Karaburun’u sevmek, Çeşme’yi sevmek kadar kolay değildir. Çünkü o, nevi şahsına münhasır, hırçın ama davetkârdır. Sevmek için emek vermeniz gerekir. Tadına varınca da vazgeçmeniz zordur. Kopanisti peynirinden nesli tükenme tehlikesindeki martılara keşfedilecek ne çok şey var, şaşıracaksınız!
Bir İzmirli olarak, denizle bağımız ve yanı başımızda duran kıyı kasabalarının çeşitliliği konusunda saatlerce konuşabilirim. Bu çeşitliliğin içinde Karaburun, sarp kayalıkları, geçit vermez daracık yoluyla muhteşem koylarına rağmen İzmirlilerin gitmekten çekindiği bir rotaydı. Çoğu kişi için Çeşme otobanı üzerinde bir sapaktan ibaretti.
Birkaç yıl önce yarımadanın daracık, uçurum manzaralı yolu yerine geniş asfalt yol açıldığında “Eyvah” dedim, “Şimdi bu güzel coğrafya daha kolay ulaşılabilir ve dolayısıyla keşfedilir olacak. Sakin güzelliğe veda etmemiz gerekecek”. Yarımadanın yazlıkçı sakinleri elbette bu işe mutlu oldu. Ama ben hâlâ “Muhteşem yerlere giden yol sarp olur” inancındayım. Gelelim bu güzel coğrafyayı keşfetmeye...
Sıra sıra köylerde mola
Otoban sapağından sonra yarımadanın son noktası olan Karaburun merkeze varıncaya de pek çok köy ve yerleşim merkezinden geçeceksiniz. Gülbahçe, Karapınar köylerinden hemen sonra, salaş balık restoranları ve odun ateşinde pişen sakızlı, tahinli kurabiyesiyle ünlü Balıklıova’da bir mola verebilirsiniz. Sonraki durak, adını muhteşem gün doğumundan alan Mordoğan. Yol boyunca, kıyı girintili çıkıntılı olduğu için yeşille mavinin kucaklaştığı çoğu koyu görmekte zorlanarak Karaburun’a ulaşacaksınız.
Karaburun’u gezmeye buram buram Ege kokan köylerinden başlayabilirsiniz. Sakız Adası’nın tam karşısına denk gelen Sazak, mübadele zamanında Rumların terk etmek zorunda kaldığı köylerden biri. Sonrasında bu köye yerleşilmediği için harabeye dönen evlerin görüntüsü ilginç. Köylerin çoğu, zamanında korsan saldırılarından korunmak için sahil yerine, yamaçlara kurulmuş.
Ulaşılması zor ama değer... Karaburun
Sazak, Sarpıncık, Saip, Ambarseki, Kösedere köylerinde halk tarım ve balıkçılıkla geçiniyor. İnsanlar yardımsever ve hoşsohbet. Bir gidişimizde, nergis tarlalarını bulacağız diye arabayla girdiğimiz daracık köy yollarında başımıza ufak bir kaza geldi. Arabamızın arka lastiklerden biri yol kenarında asılı kaldı. Etrafta kimsecikler yoktu. Durumumuzu fark eden köyün sakinlerinden biri koşup yanımıza geldi. O sırada nasıl olduysa trafik canlandı. O sapa yoldan, ardı ardına arabalar geldi. Yolu kapattığımız için herkes kıpırdayamaz haldeydi. Durumu ilk fark eden köy sakini arabalardaki hemşerilerini indirdi, etraftan da üç-beş kişiyi topladı. Derken 15-20 kişi arabayı kucakladıkları gibi kurtardılar. Ben kazadan ziyade bu insanların canla başla bize yardım etmesine şaşırdım. Gevelediğim minnet cümleleri kulağıma çok yetersiz geldi. Köy yaşamına aşina olan ben bile, küçük yerlerdeki dayanışmayı unutmuşum.
Yıllar içinde yarımadanın el değmemiş, İzlanda’yı andıran vahşi coğrafyası yer yer betona teslim olsa da büyük kısmı hâlâ doğayla baş başa kalmanıza fırsat veriyor. Örneğin Karaburun’un en ucuna, Sarpıncık Feneri’ne kadar giderseniz burada o hissi doyasıya yaşayabilirsiniz. Aynı zamanda ülkenin, hatta dünyanın bile en ucuna geldiğiniz hissiyle dolarsınız. İzmir Körfezi’ne giren gemileri karşılayan fener, 1938 yılında yapılmış. Homeros’un ünlü eseri ‘Odysseia’da ‘Rüzgârlı Mimas’ diye geçen Karaburun Yarımadası’nda yüzlerce şifalı ot ve bitki yetişiyor. Mis kokulu nergisin anavatanı da yine bu coğrafya. Aralık ve ocak aylarında hasadı gerçekleşen bu zarif çiçeğin festivali de düzenleniyor.
Akdeniz foku, ada martısı
Yarımadanın türlere yuva oluşu sadece bitkilerle sınırlı değil. Dünyada 500, ülkemizde 100 civarında kaldığı tahmin edilen akdenizfokuyla yine nesli tükenmek üzere olan ada martısına ev sahipliği yapan Karaburun Yarımadası kıyılarında çok sayıda mağara var. Mağaraların bir kısmında foklar yaşıyor.
Bu coğrafyanın meşhur ‘kopanisti’ peynirini de anmadan geçmemeli. Yapımı 40 gün süren peynirin adı Yunancada ezilmiş, dövülmüş anlamına geliyor. Keçi sütünden elde edilen peynir 20 gün boyunca yoğrulup dinlenmeye bırakılıyor. Bu sürede acıma ve kokma başlıyor. Acımsı tadı ve kuvvetli kokusuyla her damak zevkine uymayan kopanistinin müptelası çok.
Lezzetlere değinmeye başlamışken yine yarımadaya özgü hurma zeytinini de unutmamak gerek. Dünyada sadece bu coğrafyada yetişen hurma zeytini, herhangi bir fermantasyona tabi tutulmadan dalından koparılıp yenebiliyor. Zeytindeki acı tat, yarımadanın ikliminin etkisiyle henüz dalındayken yok oluyor.
Karaburun’un zenginlikleri sadece karada kalmıyor. Sualtı dünyası da görülmeye değer. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın belli noktaları dalış alanı olarak ilan etmesiyle yarımadanın dalış turizmi konusunda da popülerliği arttı. Farklı derinlik ve coğrafi şekillere sahip Büyük Ada, Küçük Ada, Domuzburnu ve Arslankayası mevkileri bu aktivite için uygun yerler. Sözün özü, Karaburun Yarımadası her mevsim keşfedilecek farklı özellikleri ile çok zengin bir coğrafya.
Kaynak :https://www.hurriyet.com.tr/seyahat/ulasilmasi-zor-ama-deger-karaburun-41778131
Yorumlar
Yorum Gönder