Bayramyeri'nden dümdüz Karataş'a inmek isterseniz 95'in yokuşunu kullanmak zorundasınız. Halil Rıfat Paşa Caddesi'nden giderseniz 95'in Kahvesi'nden geçmek zorundasınız... Peki kim bu 95? Ya da neden semtin ismi 95? İşte bu yazı ile bütün hikayeyi öğrenebileceksiniz.
Peki Kırım Savaşı'nın sonunda İzmir'e gelen Tatar vatandaşlarımızın, devlet tarafından kendilerine verilen deniz kenarı arazileri neden istemediklerini biliyor musunuz?
İzmir 19'uncu yüzyılın son yarısında hâlâ bir küçük şehir. Müslüman-Türk mahallelerinin, Kadifekale'nin batısından ancak Eşrefpaşa'ya kadar kesintisiz indiği… Daha batısında Karafatma Dağı (şimdiki Hatay) olan Eşrefpaşa'nın altında, Değirmendağı var… Yani Karafatma'nın, Konak-Karataş arasında İzmir Körfezi'yle buluşmadan önceki son tepesi.
Değirmene benzediğinden midir, yoksa yel değirmenlerine sahip olduğundan mı; Değirmendağı derler adına. Henüz kibrit kutusu evlerin kurulmadığı, bayram şenliklerinin yaşanmadığı taşlıklarında bir tek Yahudi Maşatlığı bulunuyor… 19. yüzyıl sonlarında başlayan yoğun göçlerle Kırım Tatarları, hayatlığa çevirir bu mematlığı. O evlerin ahşap kapıları, kapı tokmakları, demir kepenkleri, taş ve demir işçilikleri, 19. yüzyılın son yarısından bugüne, okunmamış mektuplar taşır hâlâ. O mektuplar okunsaydı bu minyatür evler; "modern zamanlar"ın elektrik ve telefon telleri, beton kütleleri arasına sıkışır mıydı?
Deniz Kenarını İstemediler
1853-56 Kırım Savaşı ile 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra Türkiye'ye akın eden Kırım Tatarları arasından bir kısmı İzmir'e gelir. Onlar için burası iskâna açılır. Uzak Asya'nın bir tepesinden, Küçük Asya'nın bu tepesine göçenler burayı değil de, ilkin kendilerine gösterilen deniz kenarını yurt bellese; semtin tarihi bugün farklı anlatılacaktır. Körfeze şimdi bu tepeden bakar da iç çeker, "balaları." Semtin dört mahallesinden biri Çahabey'in muhtarı ve kendisi de bir Tatar olan Özer Çalbörü'nün dediği gibi: "İlk olarak Karataş'ta yer verilmiş Tatarlara. 'Bizim balalar boğulur' deyip tepeyi istemişler. Her biri ‘Kardeşim de gelsin, yeğenim de yakınımda otursun' deyip arsalarını ufak parsellere bölmüş. Küçük küçük evler yapmış. Çoğu pişman şimdi, deniz kenarını istemedikleri için."
Osmanlı döneminde kent içine kurulan birçok mezarlıktan biri buradadır; Yahudi Mezarlığı'nın bir kısmına ve çevresine artık Türk mahallesi kurulmuştur. I. Dünya Savaşı'na kadar göçler devam eder. Nüfus arttıkça semt genişler. Ve bölgenin yeni sakinlerine ait ibadethanelerin zamanı gelmiştir. İlkin Hacı Mehmet Uşşaki (Akarcalı), 1885'te Akarcalı Camii'ni yaptırmaya girişir. Eski ANAP Milletvekili Bülent Akarcalı'nın dedesi olan Mehmet Uşşaki'nin ömrü inşaatı tamamlamaya vefa etmez; çocukları bitirir. Ardından Selimiye Camii gelecektir. "Cemaziyelevvel’in ahiri evvel Hicri 1317"de, yani Miladi 1901'de Hacı Edhem, "Allah rızası için bir mescid" yapar. II. Abdülhamit'in tahta çıkışının 25. yılı daha önceki yıl kutlanmıştır ya, Selimiye'nin gelişi, "Sultan Abdülhamid İslam'ın şanına şeref verdi. Millet de onun zamanında hayırlı işler yaptı" diye yansır, caminin kitabesine. "Gafil olma!" der, kitabeyi yazan: "İyilik tarihini yazıyla yaz. Cami tamam oldu. Ey takvâehli namaz için yarışın."
"Değirmentaşına Benzer"
Vali Halil Rıfat Paşa'nın Değirmendağı'nı merkeze bağlamak için başlattığı yol genişletme çalışmalarını, I. Dünya Savaşı döneminde Vali Rahmi Bey sürdürür. 1914-18 arasında valilik yapan Rahmi Bey, Değirmendağı eteklerinin Konak düzlüğüne ulaştığı Bahribaba sırtındaki maşatlığı kaldırma çalışmalarına başlar. Öyle ki, yıllar sonra yapılacak olan İkiçeşmelik altgeçidinin inşaatında ya da Değirmendağı ile Halilrıfat sınırındaki bir bakkal dükkânında kendini hatırlatır Yahudi mezarları. Vedat ve Müjdat Aydınhan kardeşlerin babası dükkânı açarken önünde bir taş bulur: "Babam İsmail Aydınhan bakkalı 1950'de açtı. Dükkânın girişinde bir kuyu vardı; üzerinde de mermer, yuvarlak bir taş. Buraya beton döküp kuyuyu kapatınca taşı alıp birkaç adım öteye koyduk. Yahudi mezarlığından kalma. Arkasında ‘Allah rahmet eylesin, Bohor' yazıyor."
1930'larda Değirmendağı artık tamamen iskân edilmiştir. Su ihtiyacını karşılamak için, bugün semti Hatay Caddesi'nden Halilrıfatpaşa Caddesi'ne bağlayan dik yokuşlu 350 Sokak'ın başına, Halitbey Mektebi'nin köşesine, bir çeşme yapılır (Ki o ahşap yapılı mektep; İzmir Belediyesi İmar Komisyonu'nun 1938'de, kentin imar planını hazırlarken çıkardığı tarihi yapılar envanterinde yer alır. Bugün varlığını betonarme binada, Halitbey İlköğretim Okulu olarak sürdürür).
1950'lerde Değirmendağı'nı merkeze bağlama çalışmalarının geldiği yer, İzmir siluetinin en belirgin unsurlarından olan Varyant yolunu ortaya çıkarır. 1951-52'de iki aşamada tamamlanan yol, kıvrıla büküle uzanan yokuşlu sırtında Eşrefpaşa semti ile Konak'ı birbirine bağlar. Memleket Hastanesi (şimdiki Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi) önünden başlayıp Bahribaba Parkı içinden geçen Varyant, yer yer viyadük köprüler üzerinde yer alır. İlkin köprü direkleri arasına dükkânlar yapılması düşünülse de direklerin yolu taşımayacağı anlaşıldığından boşluklar istinat duvarı ile kapatılır. Varyant'ın tam ortasına belediye tarafından kondurulan "halk tipi apartman," sanki arkasındaki küçük Tatar evlerine bir naziredir. Bu apartman zamanla Zübeyde Hanım Kız Yurdu'na dönüşür. Bugün Varyant-Halilrıfatpaşa Caddesi-Altıntaş arasında kalan ada tamamlar, Müslüman-Türk mahalleleri coğrafyasını. Ve belki de bu semt, sakinlerinden Mehmet Dumrul'un tarif ettiği şeklinden alır adını: "Halilrıfatpaşa Caddesi, Varyant'a çıkar. Varyant'tan yukarı döner, Bayramyeri Saat Kulesi'nin oraya gelirsiniz. Oradan 350 Sokak'tan tekrar Halilrıfat'a inersiniz. Burası, yukarıdan bakıldığında daha net görülür; değirmen taşına benzer. Belki de ondan Değirmendağı denmiştir."
1920'lerden itibaren semtte zaman, bayram şenliğini gösterir olmuştur. Kentin kalabalık mahallelerinin çoğunda kurulan bayram yerlerinden en ünlüsü ve büyüğünün yeri burasıdır. Şimdi Konak Belediyesi Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi ve Nikâh Sarayı ile İkiçeşmelik altgeçidinin bulunduğu alana atlıkarıncalar, tahteravalliler, salıncaklar arasında kurulan bir panayır, semte yeni adını verir: Bayramyeri. 1950'lerde Varyant yokuşunun başına, yani tam bayram şenliğinin ortasına dikilen Saat Kulesi, şenlik alanının anıtı olur. 1963 yılından bu yana Bayramyeri'nde yaşayan Mehmet Dumrul için, "40'lı yıllarda buradaki akrabalarını ziyarete gelmek, aynı zamanda bu şenliği yaşamaktır." Nasıl ki bayram yeri yerini Varyant'a, İkiçeşmelik altgeçidine, Eşrefpaşa pazaryerine bırakacaktır; öyleyse bu şenliği doyasıya yaşamalıdır. Aynı, Ali Tezcan'ın ilkgençliği gibidir Bayramyeri: "Ben Çimentepe'den gelirdim. Atlıkarıncalar, salıncaklar, bisikletler, faytonlar vardı… 17-18 yaşlarında vardım. Genç erkekler, genç bayanlar, piknik yapmaya geliyorduk. Eski Bayramyeri'ni bulsak... Doğma büyüme İzmirli'yim. Çocukluğumdan beri de Bayramyeri'ni biliyorum ama bu işten zevk alamıyorum. Şimdi bu şartlarda zevk alabilir misiniz?"
İzmir'de "Şi Börek"
Ali Tezcan'ın sözleri, "varolmanın dayanılmaz hafifliği" gibidir; bir daha bulunamayacak olan "kayıp zamanın izinde" olmak gibi. Bundan mıdır, fotoğraf karesine davet ettiği eşi Azize Tezcan'a, hem bir boşvermişlik hem de bir isyanla "Bırak eşarbı! Sen köylüsün köylü kal!" demesi?
Tatar Mahallesi"nin semtteki anıtı, Kırım Tatar Börekçisi Bülent Erdem. Bir geleneğin harını, 150 yıllık kazanlarda körükler hâlâ. Ninelerinin Kırım'da kandillerde, ramazanlarda, bayramlarda ya da herhangi bir zamanda gelen misafirlere el çabukluğuyla açıverdiği "şi börek"i yaşatır. Babası Nihat Erdem'in belirttiğine göre ataları, Kırım'dan "93 Harbi'nden evvel, Rus baskısı"ndan kaçar. Kimi at sırtında, kimi yaya… Önce Romanya'ya gider, Köstence'de büyük bir yerleşim alanı kurarlar. Bir kısım Tatar oradan Anadolu'nun çeşitli illerine yani "akvatan"a göçer. Erdemler ilkin Eskişehir'de bir köy kursa da son durakları İzmir'in Değirmendağı olacaktır. Bülent Erdem'in anlatımıyla, kendilerine önerilen Karataş sahilini beğenmezler, "havadar bir yer" isterler. Yel değirmenlerinin bulunduğu Değirmendağı'na yerleşirler. Artık geriye ne Orta Asya stepleri, ne savaşçılık, ne at üstündelik kalmıştır; bir, bu savaşçı Türklere direnç veren mutfakları vardır artık... Erdem'in anne dedesi 1940'larda, hani bizim "çiğ börek" diye bildiğimiz o ünlü Tatar "şi böreği"ni evde yapmaya girişir ve seyyar satıcılara verir. Çiğ börek İzmir'de hemen her evin mutfağına böyle girer. Damat Nihat Erdem'in emekli olup çocuklarını okutmak için ek gelire ihtiyaç duymasıyla “......” şi börek, bir dükkâna kavuşur. 1980 Darbesi döneminde Bayramyeri'ndeki bu küçük dükkân bir açılır, açılış o açılış... Oğlu Bülent Erdem'in, "Tatar yerleşim yerindeki bu Tatar geleneğini devam ettirmek için buradayız" sözü boşa çıkmaz. Karşıyaka'dan Balçova'ya dek İzmir'in her yanından bu böreği yemeğe gelir insanlar. Kapıdan arabalar, motosikletler eksik olmaz. Peki madem herkes evinde yapabiliyordur da Erdem'in böreklerine bu ilgi nedir? Anlatır Erdem:
"İçi kıyma, soğan, karabiber ve tuzla hazırlanır. Kıyması hafif yağlı köftelik dana kıyması olacak. Kıyma, hafif sulandırılarak melhem şekline getirilir. Soğanın acı suyu atılmış ve makinede çekilmiş olması lazım. Karabiber ince çekilmiş ve keskin... Bunun ilacı karabiber. Hamuru çok basit: un, tuz ve suyla yoğrulur. İnce açılır, içine malzeme serilir. Malzeme çiğden konduğu için ismine çiğ börek denmiş. Harcına katılan su, pişerken etle özleşiyor, et suyu oluyor. Biz ona 'sorpa' deriz. Sorpanın Türkçe'si çorbadır. Çorbanın da mânası etsuyudur. Savaşçı ırkız biz. Et yiyeceksin ki direnç kazanasın."
Yalnızca hazırlanması değil, pişirilmesi de özel kılar şi böreğini. Çünkü, Kırım'dan göçerken bütün Tatar ailelerde bulunan, 150 yıllık kazanları kullanır Erdem ailesi. Dökümden yapılan ve ince olduğu için ısıyı kolay ileten bu kazanlarda pişirilen börek, ondan mı bu kadar farklı bir lezzete sahiptir? Dükkânda bir lezzet daha vardır; Kırım mantısı. Ancak o, evlerde yapılmak üzere paketler halinde satılır. Sosu bildiğimiz mantıdan farklı hazırlanır. Haşlanmış hamurun üzerine tereyağı rendelenir, onun üzerine de sarımsaklı yoğurt eklenir.
Dedelerinin geleneğini, çalışma saatleriyle de sürdürür Erdem. Açık adresini vermediği, "Çok talep gelirse karşılayamayız" dediği dükkân, 07.30-15.00 saatleri arasında servis yapar. Dedeleri Osmanlı zamanında öyle yaptığı ve o da geleneği topyekûn sürdürmek istediği için bir tek cumaları kapalıdır.
Mahalle Kültüründen Kalanlar
Çahabey Mahallesi Muhtarı Özer Çalbörü'nün dediğine göre Bayramyeri; Güngör, Mecidiye, Yeşiltepe ve Çahabey mahallelerinden müteşekkil. Semtteki nüfusu 15-20 yıl önceye kadar yüzde 90 oranında olan Tatar Türkleri, şimdi ancak yüzde 50 civarında. Diğerleri, İzmir çevresinden göçenler. Kimi Tatarların çocukları başka semtlere evlenip anne-babalar da göçüp gidince eski evler ya kiraya verilir ya satılır. Ama parseller ufak olduğundan bu minyatür evlere pek de alıcı çıkmaz. Ondandır şimdi, kiminin dantelalı yüzleri aydınlıkken kiminin yalnızlıktan süzülmesi. Kemeraltı Kentsel SİT Alanı Projesi'ne dahil olması nedeniyle bölgedeki eski evlerin yıkımı yasak. Kimi sakinleri, bu bilincin farkında. Bülent Akarcalı ve ailenin diğer üyeleri, dedelerinin yaptırdığı Akarcalı Camii'ni ilgiden yoksun bırakmaz. Hatta cami personeline civarda bir lojman ayarlamak için uğraşırlar. Vedat ve Müjdat Aydınhan kardeşler de 56 yıllık bakkal dükkânının ve eski bir mahalle kültürünün devamına uğraşırlar. "Semtin bir parçasıyız. Geçmişe dönük bir bileni de..." diyerek ayrılanları burada buluştururlar: "35 yıl görüşmemiş, buralı iki arkadaşı biz karşılaştırdık. Birbirlerini ararken bizi söylemişler; onlara sorun bilirler, diye. Biz buluşturduk onları." Müjdat Aydınhan, "Bu semte sonradan gelip de iş icabı giden, emekliliğinden sonra yeniden gelenler var" derken bu buluşmalardan mutlu. Ama 95'in Kahvesi'nin arkasındaki apartmanlara bakarken, mutsuz: "Apartmanların bulunduğu yerde İngiliz Bahçesi vardı. 1980'lerden itibaren üzerine apartmanlar yapılmaya başlandı."
Bayramyeri'nden İngiliz Bahçesi'ne inişte bulunan Çiçek Açıkhava Sineması da o kayıplardandır. 60 yıl kadar önce, şimdiki Dere Sokağı'ndan gelip İngiliz Bahçesi'ni geçerek denize ulaşan dere gibi…
Ama kimi semt sakininin kaygısı başkadır. Çoğu işçi ve emeklilerdir. Kaçının gücü yeter restorasyona? Ve kaçı, ekmek davasının peşini bırakıp tarih kavgasına düşebilir? Eski semtler madem ki bir kentin ortak belleğidir, ortak bir çözüm gerekir. Bu yüzden anlayışla karşılanabilir Muhtar'ın, "Bölge SİT kapsamında. imara açılmadı. Bu da gelişmemesine sebep oluyor" diye yakınması. Mesela, Eşrefpaşa pazaryerinin Bayramyeri'ne, Akarcalı Camii sokağına taşan bölümünde pazarcılık yapan Fethullah Akkut gibidir çoğu. Onu yanımıza, fotoğraf makinesi çeker de çevre insanın bir hayat kurma sevdasının vuslata ermemişliğini anlatır sözleri: "Ben de fotoğrafçıyım. Alsancak'ta bir stüdyoda işçi olarak çalışıyorum. Burada da işçiyim. Çeyizlik eşya satıyorum. Hesaplar karışmasın diye bilgisayar kullanıyoruz. Veresiye veriyoruz. Haftada bir-iki, ayda beş-altı lira taksitle. Daha çok evlenenler tencere, tabak, cam eşya alıyor. Ben de bekârım, evlenmek istiyorum."
95'te Buluşalım...
Bayramyeri'ni Halilrıfat'a ulaştıran 350 Sokak yokuşundan inince, semt içinde bir semt karşılar sizi: Halilrıfatpaşa Caddesi üzerindeki 95'in Kahvesi. İki semt arasında olduğundan ikisi de sahip çıksa da kahveye, o kendine yeni bir muhit yaratmıştır: "95'in orası."
O yüzden karşısındaki taksi durağının, çerezcinin, az ilerideki kafenin adı 95'tir.
1936 doğumlu Dinçer Önbaş, çocukluğundan bu yana bilir, 95'in Kahvesi'ni: "50'li yıllarda 95 lâkaplı, faytonculuk yapan Mehmet diye biri açmış burayı. Arabasının plakası 95'miş. Ben çocuktum, burada meşe atılırdı. Her türlü çiçek vardı. Ağırlıklı olarak da gül... Yere sigara attırmazdı. Çok titiz bir adamdı. Titizliği ve güzel hareketleriyle İzmir'e tanıtmış kendini. Bir sembol haline getirmiş kahveyi. Burası Güngör Mahallesi'nde ama Güngör desen kimse bilmez; 95 diye bilir. 95 Mehmet, 40 sene kadar işletti burayı. Sonra Karadenizli bir arkadaş aldı. O da bütün gün kazandığı parayı akşam götürür, karısına verirdi. Sabah beş kuruşsuz açardı dükkânı. Çay, şeker almak için para lazım. Bana 'Dinçer Ağabey, borç versene' derdi."
95'in Kahvesi'ni son 10 yıldır Felemez Demir işletir. Dinçer Önbaş'a göre "Demir tutmadan önce it, uğursuz, serseri kaynıyordu burada. Demir devraldığından beri olmuyor, hiç serseri gelmiyor."
Kahvenin karşı komşusu bakkal Müjdat Aydınhan, İzmir'de taksi yokken faytonla arabacılık yapan 95 Mehmet kadar, kahve müdavimlerinin de bu adı kalıcı kıldığını düşünür: "Arabanın plakası 95 imiş. Arabacılığı bırakıyor, geliyor burayı açıyor. İnsanlar birbirine '95'te buluşalım, orada toplanalım' deyince adı öyle kalıyor."
Kaynak: Chronicle Dergisi 4. sayı / 2006
Yorumlar
Yorum Gönder