Altın Damlası, İzmir’de üretilen bir kolonya markasıydı. Yüzyılın başında Süleyman Ferit Eczacıbaşı‘nın Şifa Eczanesi’nde varoldu. Bir dönem İzmirliler’in ve İzmir’e yolu düşenlerin tutkusuydu. Yeni çıkan markalar karşısında zamanla rekabet gücünü kaybetti. 1993′ten itibaren de bulunmaz oldu.
İzmir’in nesi meşhurdur? Bu soruya bir zamanlar “inciri, üzümü ve Altın Damlası kolonyası” diye cevap verilirdi. Altın Damlası, İzmirliler’in ve İzmir’i Süleyman Ferit Eczacıbaşı 1885-1973 sevenlerin kalbinde yer etmiş bir kokuydu. İzmir’e yolu düşenlerin eşe dosta hediye olarak mutlaka aldıkları, bilenlerce sipariş edilen, değişik kokulu, değişik renkli bir kolonya idi. Memleketin diğer şehirlerinde yaşayanlar için kokusu alışılmadık ve benzersizdi.
İzmir'in kaybolan değerlerinden birisi Altın Damla kolonyası ile ilgili çok güzel bir yazı...
Kokuyu geliştiren, İzmir’in ve Türkiye’nin önde gelen eczacılarından Süleyman Ferit Bey’di. Süleyman Ferit Eczacıbaşı, eczacılık alanındaki başarılarının yanında parfümeri çalışmaları ile de mutlaka anılması gereken bir kişi. 1910 yılında faaliyete geçirdiği Şifa Eczanesi ve buraya bağlı imalathanesinde ürettiği esanslar, kolonyalar, krem, pudra ve diş macunları ile ülke çapında büyük bir ün elde etti. Bu ünü, eczanenin 1993 yılında geçirdiği yangının ve hemen sonrasında kapanmasının ardından geçen yıllar boyunca bile eski müşterileri arasında devam etti.
Altın Damlası, ilk kez 1920′li yılların başında üretildi. Piyasaya ilk sunuluşu esans formunda olmuştu; (yani, şişesinden parmak ucuyla alınan bir damla bu güzel kokuyu etrafa yaymak için yeterli oluyordu). Küçük zarif şişelerde satışa sunulan esansın fiyatı, tahmin edileceği üzere her keseye uygun değildi. Kokunun şehirde yaygınlaşması, kolonya şeklinde piyasaya sürülmesinden sonra olmuştur. Kokunun yaratıcısı Süleyman Ferit Bey de anılarında, sevgiyle söz ettiği Bahar ve Dalya gibi güzel kokuların önüne geçen Altın Damlası’nın ulaştığı şöhreti biraz şaşkınlıkla karşıladığını belirtir.
Marliyn Monroe’nun Favorisi Chanel 5’ti
Altın Damlası, piyasaya çıktığı ilk günden başlayarak şaşırtıcı bir meraklı ve hayran kitlesini, kokusu etrafına toplamayı başardı. Onlarca yıl boyunca belki de ülkemizde limon kolonyasından sonra en popüler kokuydu. Sadece ilk ortaya çıktığı İzmir’de değil, başka şehirlerde de adını ve kokusunu duyurmuş bir yerli malı parfüm olmuştur.
Parfümlerin dünyasında her güzel koku özeldir. Hemen her koku da tarihi bir şahsiyet ile özdeşleşmiştir. Hatta bu kokulardan bazıları tarih içindeki yolculukları sırasında efsaneleşirler. Misk kokusunu tutku ile kullanan Hz. Muhammed’den, 1370 tarihinde Eau d’Hongrie ile güzelliğine güzellik katan 72 yaşındaki Macaristan Kraliçesi Elizabeth’e, İstanbul’a giren her amber parçasına sahip olmak için yanıp tutuşan Sultan İbrahim’den, her sabah başına ve omuzlarına bir şişe kolonya döktüren Napolyon’a ve gece yatağına girerken üzerinde birkaç damla Chanel No:5′ten başka bir şey bulunmadığını duyuran Marilyn Monroe’ya dek bir çok kişi, güzel kokuların çekiciliğine kapılmıştı. Bu ünlü kokulara bizden güzel bir örnek de, adı İzmir ile özdeşleşen Altın Damlası’ydı. Altın Damlası, bu şöhretini Paris ya da Grasse’daki bir fabrikada değil, Kemeraltı’ndaki bir imalathanede elde etmişti.
Tanzimat döneminde, her alanda çeşit olarak artan ithal malların varlığı, yoğun toplumsal değişiklere tanık olan Osmanlı insanında yeni bir beğeni dalgası yarattı. Bu durum yeni bir tüketici kimliğinin, yeni alışkanlıkların biçimlenmesine yol açtı. Osmanlı tüketicisi, aşina olduğu geleneksel malzemelerin dışında Avrupa tarzı ıtriyat ürünleriyle ve parfümlerle de bu yıllarda tanıştı.
Abdülhamit, Ja Mari Farina Hayranıydı
Tanzimat, Avrupa’da kimya alanındaki yeniliklerin parfümeri sektörüne büyük atılımlar yaşattığı döneme tesadüf etmiştir. Hızla güçlenen ve büyüyen parfümeri sanayisinin, Osmanlı pazarında yer edinmesi güç olmamıştı. Kınadan başka birşey denemeyen kadınların saç boyalarıyla, çiçek suları ve kokulu yağlardan terkip edilmiş geleneksel kokular kullananların alkollü ıtriyatla, pudralarla, diş iksirleriyle tanışmaları tam da bu dönemde gerçekleşmişti. Eğer, Müslüman Osmanlı kadınının geleneksel güzellik değerlerinden koptuğu bir tarih aranırsa, Tanzimat dönemi bunun miladıdır. Tanzimat, Müslüman Osmanlı kadınının kendisine model oluşturacak yabancı kadınlarla karşılaşmasının yanı sıra, yeni bir güzellik anlayışına ulaşmak için gereken kozmetik Altın Damlası bir dönem İzmir’in simgesiydi.gereçleri kentin dükkanlarından satın alabildiği bir tarihti. Osmanlı insanı, İstanbul’da Galata ve Pera’da, İzmir’de Frenk Mahallesi’nde ve diğer liman kentlerinde birbiri ardına açılan büyük ve gösterişli mağazalarla ve daha önce bilmediği Avrupa malı yeni ürünlerle karşılaşıyordu. Gündelik hayatın her alanında Batılı yaşam tarzını kabule hazır olan başta üst tabaka Osmanlı tüketicisi, geleneksel süslenme yöntemleriyle de vedalaşıyordu. Bu dönemde ithal edilen ürünler, Osmanlı insanının vücut bakımı ve süslenme alanında yeni alışkanlıklar edinmesine yol açacak; öncellikle toplumun ekonomik yönden güçlü olan üst tabakası, geri dönüşsüz biçimde geleneksel güzellik değerlerini ve geleneksel kokularını terk edecekti.
Tanzimat, Avrupa’da kimya alanındaki yeniliklerin parfümeri sektörüne büyük atılımlar yaşattığı döneme tesadüf etmiştir. Hızla güçlenen ve büyüyen parfümeri sanayisinin, Osmanlı pazarında yer edinmesi güç olmamıştı. Kınadan başka birşey denemeyen kadınların saç boyalarıyla, çiçek suları ve kokulu yağlardan terkip edilmiş geleneksel kokular kullananların alkollü ıtriyatla, pudralarla, diş iksirleriyle tanışmaları tam da bu dönemde gerçekleşmişti. Eğer, Müslüman Osmanlı kadınının geleneksel güzellik değerlerinden koptuğu bir tarih aranırsa, Tanzimat dönemi bunun miladıdır. Tanzimat, Müslüman Osmanlı kadınının kendisine model oluşturacak yabancı kadınlarla karşılaşmasının yanı sıra, yeni bir güzellik anlayışına ulaşmak için gereken kozmetik Altın Damlası bir dönem İzmir’in simgesiydi.gereçleri kentin dükkanlarından satın alabildiği bir tarihti. Osmanlı insanı, İstanbul’da Galata ve Pera’da, İzmir’de Frenk Mahallesi’nde ve diğer liman kentlerinde birbiri ardına açılan büyük ve gösterişli mağazalarla ve daha önce bilmediği Avrupa malı yeni ürünlerle karşılaşıyordu. Gündelik hayatın her alanında Batılı yaşam tarzını kabule hazır olan başta üst tabaka Osmanlı tüketicisi, geleneksel süslenme yöntemleriyle de vedalaşıyordu. Bu dönemde ithal edilen ürünler, Osmanlı insanının vücut bakımı ve süslenme alanında yeni alışkanlıklar edinmesine yol açacak; öncellikle toplumun ekonomik yönden güçlü olan üst tabakası, geri dönüşsüz biçimde geleneksel güzellik değerlerini ve geleneksel kokularını terk edecekti.
Sultan Abdülaziz devrinde ise henüz, Avrupa tarzı alkollü ıtriyat yoktur. Koku olarak hâlâ gülyağı gibi kokulu yağlar revaçtaydı. Fakat Sultan Abdülaziz’in saltanat yıllarının sonuna doğru Avrupa’dan gelen birkaç parfüm kibar ailelerce kullanılmaya başlanmıştır. 1870′lerde Avrupa’dan İstanbul’a gelen ilk parfümler Lüben ve Milflör idi. Eau de Lubin, kırmızı renkte, lavanta çiçeği ve karanfil kokan, temizlik hissi veren ve iç açıcı bir losyondur ama çok sevilmesine rağmen bir kusuru vardı: Damladığı kumaşta, çamaşırda leke bırakıyordu. Çok sonradan bu kusur düzeltilmeye çalışılmışsa da kokunun modası geçmişti. Dönemin diğer bir Avrupa kokusu da Opoponaks’tır.
Sultan İkinci Abdülhamit devrinde ise Avrupa’dan gelen tuvalet malzemeleri gitgide çoğalmaya başlamıştı. Bunların içinde özellikle parfümler büyük bir yer tutmaktaydı. Koku beğenileri köklü bir geçmişe dayanan Osmanlı insanı Batı’dan gelen parfümleri benimseyerek kullanmaya başlayacaktır başlamasına ama bu, hiçbir zaman gözü kapalı bir hayranlıkla olmayacaktı. Bu ürünler gerektiğinde eleştirilecek ama bazıları da özellikle tercih edilecekti. Nitekim “bilhassa Mikado lâvantası… Yani üzerinde o zamanki Japon imparatorunun entarili ve şemsiyeli resmi bulunan Gellé Biraderler markalı, bütün şark memleketlerini istila etmiş ağır, kaba parfüm!” sözleriyle eleştirilirken, “makbul olan sade kokular, Parm menekşesi, leylak ve eliotrop” olacaktı. Abdülhamit döneminin koku beğenisi, 19. yüzyıl Avrupa’sında gelinen nokta ile aynıydı aslında. Tercih ve beğeniler, sade, hafif ve çiçeksi kokular yönünde gelişmekteydi. Abdülhamit’in kendisi ve kızları sadece “Jan Mari Farina kolonyasını” kullanıyordu. “Kibar evlerde Atkinson fabrikasının kolonyası bulunur; hatta ferahlık versin diye suya damlatılarak içilir bile…”
Osmanlı topraklarına adım attığı ilk günden beri hiçbir yabancı müstahzar kolonya kadar tutulmamıştı. Dünya üzerinde benzerine az rastlanacak ölçüde bir ilgiyle karşılandı kolonya. Almanya’daki adı ‘Kölnnischerwasser’ iken Fransa’da ‘Eau de Cologne’ olan bu ürünün sabit bir formülü vardır, ancak ülkemizde renk renk, çeşit çeşit kolonyalar üretilmeye başlandı. Her türlü parfüm esansı seyreltilerek kolonya çeşitleri türetiliyor, özgün formüller geliştiriliyor, Türkçe adlar takılıyordu. Anavatanı Almanya’nın sınırlarını aşalı beri hiçbir ülkede bu kadar yoğun bir üretim ve tüketim gözlenmemişti. Kolonyanın rağbet görmesinin sebebi, ülkemizde yüzlerce yıllık geçmişi olan gülsuyu kullanımı idi; kolonya ucuzluğu, ferahlatıcılığı ile gül suyunun yerini almayı kolayca başarmıştır.
Fransa’nın ilk parfüm evlerinden L.T. Piver’nin başta “Pompeia,” “Floramye,” “Vivitz” gibi parfümleri ve bu parfümlerin tuvalet malzemeleri uzun bir süre en çok kullanılan ürünler arasında yeraldı. Ancak bu kokular Frenk tahsili almış mürebbiyeler nazarında ‘adi, dikişçi kız ıtriyatı’ olarak kabul ediliyordu. Onların gözünde Guerlain’in pahalı çeşitleri rağbetteydi. 20. yüzyılın başında ise modern parfüm çağı başlıyordu. Artık bu dönemin ürünleri, François Coty tarafından üretilen “L’Origan” (1905) ve “Chypre” (1917) rağbet görüyordu Osmanlı dünyasında. Parfüm dünyamızdaki yerleri 1960′lı ve 70′li yıllara kadar devam eden bu kokular yerli üreticiler tarafından da taklit edilmişlerdi.
Yerli Üretimin Altın Çağı
Osmanlı Devleti’nde de kokulu ıtriyat üretimi, ıtriyat imalathanelerinin kurulmasından önce başlamıştı. Konuya bilgi ve teknik donanım anlamında uzak olmayan eczaneler koku üretimine küçük partiler halinde ve eczanenin bir yan uğraşı olarak başlamıştı. Ardından, imalat ve ruhsatlandırma için eczacılık diplomasının gerekmemesinin yarattığı elverişli ortamda, ıtriyat imalathaneleri, eczacı olmayan girişimcilerce gecikmeden birbiri ardına açılmaya başladı. Ama alanın kârlılığı ve sürümün hızlı olması gibi sebeplerle eczacılar bu alanı terk etmemişler, hatta ülke çapında ünlenmiş markaları için bir hanın iki üç odasında bile olsa, özel imalat laboratuarları kurmuşlardı.
Sultan Abdülhamit’in saltanat yılları, parfümeri tarihimizin en önemli gelişmelerinden birine tanıklık edecekti. Bu önemli gelişme, Avrupa tarzı ıtriyat üretmek üzere ilk yerli imalathanenin İstanbul’da Ahmet Faruki tarafından kurulmasıydı.
Mısır asıllı Müslüman bir İstanbullu olan Ahmet Faruki, o güne dek vitrinleri ve rafları dolduran tamamı ithal malı kozmetik ürünlerini ülke içerisinde imal etmenin kârlı bir girişim olduğunu gördü. 1894 yılında Sultanhamam’da açtığı büyük tuhafiye mağazası ve Feriköy’deki imalathanesi ile ardından gelecek birçok yerli üreticiye önderlik etti. Ahmet Faruki, kendi alanında bir ilkti. Kaliteli ürünlerini, şık ambalajlar içerisinde, zarif etiketlerle sunan Faruki, Avrupalı parfümeri firmalarının karşısına ciddi bir rakip olarak çıkabilmişti.
Faruki kozmetik türlerinin isimlerini yerli halkın anlayacağı biçimde değiştirmiş, bunlara Türkçe adlar vermişti. Müslüman halk, dilinin dönmediği “eau de cologne”a “odikolon” derken, o, önce Faruki Kolonya Suyu ismiyle halkın karşısına çıkmış, daha sonra bu ismi Faruki Kolonyası’na dönüştürmüştü.
Ahmet Faruki, sadece ilk yerli üretici olmakla kalmıyor, aynı zamanda büyük bir değişimin tanıklığını da yapıyordu. Çünkü üretime başladığı yıllarda artık doğal malzemenin yerini, sentetik maddeler alıyordu. Ki parfümeri ve koku dünyası için bu, buhar gücünün kullanılması kadar önemli bir olaydı. Parfümeri sektöründe kullanılan hammaddelerin sentetik olarak elde edilmeye başlanması müthiş bir ucuzluğu beraberinde getirdi. Bu yüzden parfümler ucuzlamış, toplumsal talep artmış ve sektörün üretim hacmi büyümüştü. İlk ıtriyat imalathaneleri ve ıtriyat üreten eczaneler Osmanlı Devleti’nde birer birer kurulurken, Avrupa ve Amerika’da sayıları bu yıllarda çığ gibi artmıştı.
Bu dönemde üretilmiş ürünlerden söz ederken Osmanlı, Türk, Yerli gibi ifadeleri ihtiyatlı kullanmak gerekir: Üreticiler bu yeni müstahzarların imali sırasında hemen hemen hiç yerli malzeme kullanmamışlardı. Esans da, boya da, şişeler de yurtdışından getiriliyordu. Hatta, etiketler de çoğunlukla Avrupa’da bastırılıyordu. Aynı dönemde, Osmanlı tüketicileri tarafından benimsenen yabancı müstahzarlar çok geçmeden yerli ıtriyatçı ya da eczacı ve kimyagerlerce ülke içinde yapılmaya başlandı. Yabancı büyük firmalar, taklitlerin önüne geçmek, nakil masraflarından kurtulmak için ülke içinde kendi adı altında üretim yapacak kişiler yani distribütörler buldular.
Taklidi Çok Oldu
Asıl ilginç olan, Osmanlı döneminden başlayarak Cumhuriyet döneminde de üretilen yerli ürünlerin, o günlerin üretim tekniği ve beğenileri bakımından uluslararası düzeyi yakalaması, uluslararası sergilerden madalyalar kazanmaları, hatta ihraç edilmeleriydi. Yerli ıtriyatımız, Cumhuriyet hükümetinin ithal ürünlerde gümrük resmini yükselten ve hammadde ithalini serbest bırakan politikaları ile altın çağını yaşayacaktı. Ahmet Faruki’den başlayarak, Edhem Pertev, Süleyman Ferit, Necip Bey, Hasan Hassan, Evliyazade Nurettin, Ahmet Ekrem, Hasan Şevki, İsmail İbrahim, Kemal Kamil bu dönemde adlarının anılması gereken önemli üreticilerdi.
Yerli üreticiler, Avrupa tarzı kolonya ve parfümler üretirlerken, yabancı formülleri ülke içinde sadece tekrarlamakla kalmayıp, özgün kokular da meydana getirmişlerdi. Altın Damlası, Melek, Bahar, Çoban, Gizli Çiçek, Unutma Beni gibi kokular uzun yıllar ve nesiller boyunca kullanılmışlar ve efsaneleşmişlerdi. Üreticiler her yıl yeni kokular piyasaya sürme konusunda birbirleriyle adeta yarışırlarken, mevsimin yeni kokuları, müşteriler tarafından merakla beklenir olmuştu.
Altın Damlası bu üretilenler içerisinde en popüler olanıydı ve sentetik bir kokuydu. Yani, doğadaki hiçbir kokuya benzemiyordu. Bazı hanımlara göre kokusu çok erkeksiydi. Kimilerine göre ise kadınsı. İzmirli müşterileri onu herhangi bir yere konumlandıramazlar, ama çok severlerdi. O kadar popülerdi ki, bir çok kolonya imalatçısı taklidini yapıp piyasaya sürmüştü.
Süleyman Ferit Bey anılarında Altın Damlası parfümünü, parfüm üretiminin merkezi Grasse kentine yaptığı yolculuk sırasında aldığı bazı esansları karıştırarak elde ettiğini anlatır ve ekler: “Altın Damlası’nın hikâyesi bu kadar sade ve basittir. Yalnız gariptir ki benim yaptığım diğer kokular, mesela Bahar, Dalya, Fuar, Siyah Lale, Unutma Beni, Senin İçin, Leylak, Yasemin ve Menekşe ve bunların içinde ilk ikisi şahsen Altın Damlası kadar beğendiğim kokulardır. Halbuki halk en çok Altın Damlası’nı tutar. Ne hikmettir bilinmez. Bu, herhalde ismin tesiri iledir.” Gerçekten de Süleyman Ferit Bey’in ürettiği kokuların önemli bir kısmı büyük beğeni toplamıştır ancak Altın Damlası’nın yeri yine de başkadır. Süleyman Ferit Bey, sayısız taklidinin önüne geçmek için çareyi, kendi imzası bulunan etiket ve şişeler kullanmakta bulur.
İzmir’in kısa sürede kolonyalar şehri haline gelmesinin sebebi biraz da bu rekabet ortamında gizlidir. Sadece Süleyman Ferit Bey değil onun bacanağı ve İzmir’in diğer bir ünlü eczacısı Kemal Kamil Aktaş’ın da ürettiği kokular (Gizli Çiçek başta olmak üzere, Bahar Çiçeği, Son Hatıra, Altın Rüya) da bu rekabet ortamına katkıda bulundu. Onların yarattığı kokular, diğer kolonya üreticilerine şevk vererek yeni kokular yaratmaya teşvik ederken, kimileri bu kokuların taklitlerini üretmekle yetindi. Tüm bu çabalar, taklit ya da özgün olsun İzmir’e özgü kokuların çeşitlenmesine, zenginleşmesine katkıda bulundu.
Altın Damlası, ne kadın kokusudur; ne erkek… Ama aynı zamanda hem kadın kokusudur; hem de erkek… 1920′lerde piyasaya sürüldüğünü düşünürsek, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan bir kokudur. Modern kimyanın ürünüdür. Sentetik bir kokudur; ama Şarklı bir beğeninin kokusudur ve belki de sırf bu yüzden, unutulup gitmiştir.
Yeni dikilmiş ipek saten giysileri, ondüleli saçları ile Kemeraltı, Beyler Sokağı’ndaki fotoğrafhanelere baygın bakışlarıyla bayramlık fotoğraflarını çektirmeye giden hanımların ne koktuklarını artık tahmin edebilirsiniz: Altın Damlası…
Kaynak: Cronicle Dergisi / 2005 sayı 2 Dr. Nejat Yentürk
İlk Yayın 27 Kasım 2010
Altın damla kolonyası bulmam mümkün mü? İzmir'de hala kolonyacı var mı?
YanıtlaSil