Üstümde kocaman, koskocaman gökyüzü. Bembeyaz yelkenler martı kanatlarıyla mavisini kulaçlıyor. Ayaklarımın altında güverte kaplamalarının gıcırtısı. Az ilerde ana yelken direği, öyle dimdik ayakta, yüzünü rüzgâra vermiş, gözleri ufukta. Kucağındaki Ege’yle denizden sarhoş olan imbat, saçlarımızda yüzümüzde. Tenimiz, soluğumuz deniz. Dudaklarımızda tuzlu suyun mavi tadı. Ama burada kaptan yok. Herkes kendi rotasında, kendi dümeninin başında. Konak Meydanı’ndayım. İzmir’in kalbinde.
Bu üzerinde yürüdüğüm güverte, gökyüzünü kulaçlayan yelkenler, dalgaya öykünen tekne omurgası, bütün bunlar ressam ve heykeltıraş Bihrat Mavitan’ın, Konak Meydanı için yaptığı çalışmanın parçaları. Mekânla öylesine bütünleşmiş ki, sizi başka boyutlara taşıyıveriyor. Dolgu alandaki bu düzenleme köklerini denizci geçmişinden alıyor.
Toprak Su İle Buluşunca
Aslında bu, Konak-Alsancak arasındaki Kordon’un üçüncü dolduruluşu. Önceleri körfez, kendisine kavuşan akarsuların alüvyonlarıyla doğal olarak dolmaya başlamış. İzmir’in ilk kurulduğu, şimdi Tepekule diye adlandırılan yarımadanın, Bayraklı’da sahilden yaklaşık 2.5 kilometre içerde kaldığını düşünürseniz, akarsuların ve zamanın gücünü daha iyi anlayabilirsiniz. Kaptan Piri Reis de, Kitab-ı Bahriyye’sinde bugünkü Alsancak’ı yarımada olarak haritasına çizmiş ve bu yarımadanın iki tarafındaki limanları, “İç limanın etrafı 1 mildir. Büyük gemiler ve ağır Barçalar ile girdik. Fakat sonradan gittiğimizde dolmuştu. Büyük ağır Barçaların iki tarafa karnı değer. Onun için giremezler... İzmir Kalesi’nin önüne gitmeyip kum kısığına girerlerse iskandil ile sokulurlar ve demirlerler” diye anlatmış. Bugün o limanların ikisi de dolmuş durumda. Şimdiki Alsancak Limanı, Piri Reis haritasındaki yarımadanın ucunda bulunuyor ve sıkça yapılan dip taramaları ile deniz trafiğine açık tutuluyor.
İşte Bihrat Mavitan’ın Konak Meydanı’ndaki denizci ögeleri, daha önceden deniz, daha sonra kalafathane olan bir mekânda. Dolgu zeminin altında sonsuz uykusuna dalmış olması olası teknelerin, direklerin, yelkenlerin ve kalafathanedeki emeğin üzerine dikilmiş balbal taşları gibi. Ama hüzünden çok, denizin ve kentin coşkusunu dalgalandırıyor.
Zaten bu kente de yakışan Ege’nin coşkusu. Bir kent düşleyin ki her gidişinizde sizi şaşırtmayı başarsın. Her bakışınızda yeniden görmüş olun.
İzmir’in düşlerdeki yeri Büyük İskender’le başlamış. İlk kez Tepekule’de kurulan İzmir, ikinci kuruluşu için MÖ 334’de Büyük İskender’in Pagos’da (Kadifekale) dalacağı uykuyu beklemiş. Büyük İskender’in rüyasına katılan iki Nemesis’in önerisiyle kent ikinci kez Kadifekale eteklerine kurulmuş. Kentsel gelişim 19. yüzyılda Konak Meydanı’nın şekillenmesini sağlamış. Bugün meydan ve yakın çevresindeki kamusal mimari de bu gelişimi özetliyor. Kadifekale eteklerindeki Agora, MÖ 4. yüzyıla uzanan tarihiyle kentin ilk döneminden... Bugünkü harabeler, daha çok Roma dönemine ve özellikle MS 178’de yaşanan depremden sonra şehrin yeniden kurulmasını sağlayan imparator Marcus Aurelius sonrasına ait. Agora’dan
15 dakika yürüyüş mesafesindeki Konak Meydanı’na giderken sıralanan eserler kentin öyküsünün yakın tanıkları.
1492’de Avrupa’dan dışlanarak Osmanlı himayesine sığınan Yahudi halkın yoğun olduğu Havra Sokağı, Agora’dan Meydan’a giderken kullanabileceğiniz en kestirme yol. Bugün de Kemeraltı çarşısının birer parçası olan La Sinyora, 1500’lerde yapılan Şalom ve Algazi sinagogları da bu sokakta yer alır. Ardından kentin 1597 yılına tarihlenen en eski camisi Hisar Cami, Kastane Pazarı Cami, Başdurak Cami, Şadırvan Cami, Kemeraltı Cami ve 1906 tarihli Salepçioğlu Cami sıralanır. 1744’de yapılan Kızlarağası Hanı ve Çakaloğlu Hanı’da bu büyük çarşının, Kemeraltı’nın simgesi durumunda... Tüm bu tarihi sokaklar sonunda Konak Meydanı’na ulaşır ve tam da burada 18. yüzyıldan kalma Yalı Cami yer alır. 1625 yılında yapılmış olan İzmir’in en eski kilisesi Sen Polikarp ve 1667 tarihli Santa Maria kiliseleri ise daha doğuda kalır. Kiliselerin bulunduğu yerden Konak Meydanı’na giden yolda, erken Cumhuriyet dönemi mimari örneklerinden Osmanlı Bankası, Ziraat Bankası, Borsa Sarayı binaları ve şimdi Vakıflar Bankası olan Çatalkaya Hanı’nı görebilirsiniz. Ege’nin ve kentin renkli öyküsünü, belleği kuvvetli bir tanıktan dinlemek isterseniz Arkeoloji ve Etnografya müzeleri meydanın batı ucunda yer alır. Eski Liman binalarının restorasyonu ile kente kazandırılan Konak Pier çarşı kompleksi deniz kıyısındadır.
Sonunda bütün yollar Hükümet Konağı’nın ve İzmir’in simgesi haline gelmiş Saat Kulesi’nin yer aldığı meydana ulaşır. 1901’de Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yılı anısına mimar Raymond Pere tarafından yapılan Saat Kulesi, bugün de İzmirlilerin buluşma noktası...
Tüm yolların kavuştuğu böyle bir buluşma noktasında araç trafiğinin nahoş olması beklense de tarihi doku üzerinde yaşamına devam eden diğer kentlerden farklı olarak İzmir’de büyük bir trafik sorunu ile karşılaşmazsınız. Bu biraz zamanında alınan önlemlerden, biraz kentteki nispeten yavaş endüstrileşmeden, biraz da İzmirlilerin fazla acelesi olmamasından kaynaklanır. Bertrand Russell’ın ‘Aylaklığa Övgü’ adlı kitabını burada yazmış olabileceğini düşünebilirsiniz.
Konak Meydanı ve kıyılardaki düzenlemelerle, kent, deniz özlemini giderebiliyor. Kordon her zaman bayram havasında. Ege’yle buluşmak isteyenler için bir randevu güzergâhı. Okul saatlerinden sonra ve cumartesi günleri öğrencilerin cıvıltısı da katılınca, bir bahar havasıdır alıp başını gidiyor. Köşebaşlarında, bahçe duvarlarında, cafelerde neşe ve coşkunun genç sesini duyuyorsunuz. Ege’nin bereketi sizi nar gibi kızarmış çipuralar, kalamarlar, deniz börülceleri ve envai çeşit mezenin yer aldığı çilingir sofralarına (ama İzmir çilingiri) davet ediyor.
Konak Meydanı ve Kordon sefası, bütün İzmirlilerin ve güneşin tutkusu... Hem onlar günbatımında Ege’nin tadını yudumluyor, hem de güneş uzak diyarlara gitmeden önce İzmirlilerle vedalaşıyor.
Kaynak: Skylife - Ocak 2007
3 Dinin Buluştuğu Nokta
Büyük İskender'in Rüyası
Yorumlar
Yorum Gönder