İlklerin kenti Bergama uygarlık tarihinin önemli dönüm noktalarından biri. İlk büyük hastane, ilk Asya kütüphanesi, sözü yazıyla kaydeden ilk parşömenler burada yapılmıştı. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmek için bekleyen antik şehrin çevresinde bir süredir kara bulutlar dolaşıyor. Eteklerine Yortanlı Barajı kuruldu, Allianoi Antik Kenti kuma gömüldü. Siyanürlü, siyanürsüz madenciler etrafındaki tepeleri kazıyor. Belediye sit alanına dev teleferik dikti, şimdi otel yapmaya hazırlanıyor. Huzuru kaçan şehir, tarih dostlarını bekliyor...
Hürriyet Seyahat Eki'nde 27 Aralık 2010 tarihinde yayınlanan güzel bir Bergama yazısı...
Bergama’yı yazmak zor. Hele bir yazının sınırları içinde... Bir kere, tarihine girsen çıkamıyorsun... Ayrıntıya dalarsan, yazdıklarının kitap oylumuna ulaşması işten değil. Böyle bir yazıda, bir şeylerin eksik kalacağı ta başından belli. İnsanın içi sızlıyor.
Bergama’yı bir kez daha gezerken içimdeki en büyük kaygı bu.
Haksız değilim. Bergama, “ilk”lerin şehri. Onları saymaya başlayınca, ürküntüm de artıyor: İlk parşömen (deriden kâğıt yapımı), ilk Asya kütüphanesi, ilk büyük hastane (Asklepion), ilk telkinle tedavi, ilk doğal tedavi, ilk bitkisel ilk bitkisel ilaçlar, ilk sağlık altyapısı, ilk kent imar yasası...
Bergama’daki ören yerlerini ilk kez, 14 Kasım 1981’de Dünya Çocuk Kitapları Haftası nedeniyle Muzaffer İzgü ve Hidayet Karakuş’la birlikte gittiğimizde, gözaltına alındığımız bir “operasyon”la sonuçlanan imza günümüzün öncesinde, emekli tarih öğretmeni, rahmetli Şeref Bey gezdirmişti bize. Bu kez bana, “Bergama’da Türk-İslam Mimarisi” kitabının yazarı, sanat tarihçisi Hatice Özdemir kılavuzluk ediyor. O bana bilgiler aktarırken, benim aklım fikrim neleri anlatıp anlatamayacağımda.
En iyisi önce gezme sırasına göre, değinilerde bulunmak
Tanırların Mekanı
Bergama’yı neredeyse kuşbakışı denilebilecek bir yükseklikten, Akropol’den görmek gerek önce. Bu tepe, Bakırçay Ovası’na ve Bergama’ya hâkim duruşuyla öylesine heybetli ki, sanki mübarek, tanrıların mekânı! Kimi bölümlerinde yan yana iki arabanın sığamadığı daracık yoldan oraya çıkınca ve de o görkemli taş yapıları, mermer sütunları görünce, o çağın koşullarında bunların bu tepeye nasıl çıkarıldığına akıl erdirememenin sıkıntısını ve şaşkınlığını yaşıyor insan. Tümü sit alanı olan bu tepenin yolunu genişletmek mümkün olmadığından, teleferik yapılmasına başlanmış ve bitmesi de yakın gözüküyor.
Bergama adı bile sanırım bu yükseklik nedeniyle verilmiş. Prof. Bilge Umar’ın dediğine göre, adın aslı, Luwi dilinde “Parga ve (u)ma ögelerinden üretilmiş. Yüksek yerin Halkı’nın kenti anlamında Pargama... Yine Umar’ın deyişiyle, “Pergamon, ismin Helen ağzında büründüğü biçim. Biz ise onu çoktandır Bergama’ya çevirmişiz.
Antik dönem kent kalıntılarının büyük çoğunluğunda olduğu gibi Akropol’de de bir zamanlar buradaki mekânların, eserlerin nasıl ve nice olduklarını hayal etmek büyük sorun. Ne kadar düşleseniz, eğer o işin uzmanı değilseniz, onları aslına benzer bir biçimde gözünüzün önüne getirmek mümkün değil. Bunun için Akropol’ün nasıl olduğunu gösteren kimi çizimlere göz atmanız gerekiyor.
Akropol deyince Berlin Müzesi’ne kaçırılan (Eski Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın’ın geri almak için çaba harcadığı) Zeus Sunağı geliyor önce akla. Sonra efendim, dünyanın en dik tiyatrosu Akropol... Basamaklarına oturup aşağılara, Bergama’ya seslenseniz, duyurabilirsiniz. Akropol’deki kütüphanenin bazı sütunları ayakta. İskenderiye Kütüphanesi ile yarışan bu yapıda 200 bin rulo halinde kitap bulunduğu biliniyor. Adını Pergamon’dan alan “parşömen” ile papirüsün yarıştığı o günlerin kültürel zenginliğini düşünmek, 21’inci Yüzyıl’ı yaşayan bizler için utanç kaynağı olmalı. Athena ise kentin en eski tapınağıymış. Traian Mabedi’nden kalan ve dimdik yükselen sütunlar, o günlerin görkeminden bir selam gibi.
Agoraları, kutsal alanları, jimnazyumları derken dalıp gitmek... En iyisi, Akropol’ü kaynaklardan okumak, onu bütün gerçekliğiyle tarihsel olarak kavramak.
Kızıl Avlu
Kent ikinci yüzyılda surların dışına taşmış ve ovaya kadar planlı biçimde yayılmış.
Bu dönemin en önemli yapısı, bugün Kızıl Avlu diye anılan Serapis Tapınağı. Tapınak, Selinos Deresi üzerine kurulmuş.
Kırmızı tuğladan yapılmış yüksek duvarları ve geniş avlusu nedeniyle bu adı almış. Tuğla duvarların cepheleri mermerle kaplıymış. Zamanla mermerler dökülmüş. Tapınağın çatısında da mermerden yapılma kiremitler varmış.
Serapion’un silindir biçimindeki iki kulesi ise bugün dimdik ayakta. Bu yapılar, alttaki galerilerle ana binadaki platformun altına bağlanıyormuş. Gizem dolu bir yapı bu tapınak ve insan aklının nelere kadir olduğunu göstermek için yapılmış sanki.
Bizans döneminde kutsal mekân kimi değişikliklerle kilise olarak kullanılmış. Kuzeydeki kulesi Osmanlı döneminde camiye dönüştürülmüş (Kurtuluş Camii).
Evler Evler?
Kızıl Avlu’nun biraz ötesinde Osmanlı döneminden kalma pek güzel evler var. Rum evlerinin çoğunun kapısında, taşa işlenmiş yapılış tarihlerini görmek mümkün. Yan yana, iç içe, kardeşçe yaşamanın sembolleri olarak bugün de ayakta bu evler.
Bugünkü ıssız sokaklarda rastlayacağınız bir çeşme kalıntısı, o günlerin komşu kokulu yaşamından bir şeyler fısıldar elbet size de. O sokaklara dalın ve o yaşamı düşleyin. Ne de olsa, yakın zamanı düşlemek daha kolaydır.
Asklepion
İnsanın yaşama tutunma, sağlık içinde uzun yaşama, yitirilmiş olan sağlığına kavuşma ile ilgili çabaları, savaşları kendi tarihi kadar eski.
Asklepion, sağlık (ve insanlık) tarihi açısından çok büyük bir öneme sahip. Burada kimi doğal ilaçlar, ama ille de psikolojik telkinler, hidroterapi ve fizyoterapi yoluyla insanların ölüm düşüncesinden ve giderek de hastalığın yıpratıcılığından kurtarılması düşünülmüş. Asklepion’un, Galenos Hekim’le altın devrini yaşadığı biliniyor. Dehlizlerinde suların şırıl şırıl aktığı, dinlendirici ezgilerin çalındığı, sağaltım odalarının hastaları dingin, dertlerinden uzak, huzurlu bir ortama çekerek ölüm düşüncesinden ve teslimiyetten uzaklaştırdığı koca bir hastane. Kutsal sudan içilmesi, su ve çamur banyoları, açlık-susuzluk kürleri şifalı otlar ve kremlerle yağlanma da tedavi biçimleri arasındaydı. Galerili yolu, giriş avlusu, kütüphanesi, tiyatrosu, Asklepios Tapınağı, galerileri, tedavi binaları, uyku odaları, yer altı geçidi, banyo havuzu, sunağı filan derken oradaki hastane ortamını yaşar gibi oluyorsunuz.
Az şey midir: Tıbbın sembolü olan yılanlı figür, Bergama Asklepion’undaki bir sütunda yer almaktadır.
Ölümün giremediği yerdir Asklepion.
Kaynak: Hüseyin Yurttaş/Hürriyet/27.12.2010
Yorumlar
Yorum Gönder