Şehre ilk girenler siyah giyinmişti, siyah fesleri üzerinde kırmızı hilal ve yıldız işlenmişti; atları çok bakımlıydı ve uzun ucu kıvrık kılıçları vardı. Tek kollarını havaya kaldırarak halka 'Korkmayın! Korkmayın!' diye sesleniyorlardı.
Smyrna'nın tüm zengin depoları, iş yerleri ve Avrupalıların meskenleri meşaleler gibi yanıyordu. Derinden parlayan bu sarı, turuncu ve kızıl renkli ateş ayı bile saklayan yağlı kara bir duman bulutu oluşturmuştu.
O korkunç Çarşamba günü güneş batarken, kıyı boyunda neredeyse yarım milyon mülteci vardı. Alevler artık kıyıya yaklaştıklarından canlı canlı yanma tehlikesi altındaydılar.
Sokaklar cesetlerle doluydu. Erkekler, kadınlar, çocuklar ve köpekler. Gökyüzü alevlerle aydınlanmıştı ve sayısız kıvılcım yukarıya doğru fırlıyordu, odunların çatırtısı ve evlerin çöküşleri sanki top atışları gibi geliyordu.
1922’ de büyük yangını kimlerin çıkardığı halen tartışma konusudur. İzmir üç gün boyunca yanmıştır. Sahil şeridi neredeyse kül olmuştur. Yüzlerce yıl Levanten kültürüyle beslenmiş olan İzmir’de her şey 9 Eylül 1922 sonrasında değişmiştir. Çağdaş mimari yapılar, sosyal yaşam, genel kültür... Yazarın kitabında belirttiği gibi hoşgörü kenti bir anda yok olmuştur. İzmir’i artık farklı bir yaşam biçimi beklemektedir.
İngiliz gazeteci Giles Milton bu döneme ışık tutan kitabı hazırlarken o günlerin canlı tanıklarıyla yapılan söyleşilerden, anılardan, günlüklerden ve belgelerden yola çıkarak son derece çarpıcı sonuçlara ulaşmış. Tarihin karanlık bir dönemini nesnel bir bakış açısıyla karşımıza getirmiş.
Sakallı Nurettin Paşa, Hrisostomos, Levanten aileler, İzmir yangını, Atatürk ile ilgili birçok konuda iddiaları dile getiriyor. Okurken bazı vahşet dolu anlatımlardan ürksek de, kaleme alınış biçimini eleştirsek de, kendi tarihimize ‘‘dışarıdan’’ nasıl bakıldığının bilinmesinin ülkemiz insanının en doğal hakkı olduğu kanısındayız.
Kaynak: Şenocak Kitapevi, İlknokta.com
Yorumlar
Yorum Gönder