9 Eylül 1922’de Türkler İzmir’e vardı. Eylül ortalarına doğru tüm Anadolu Yunanlılar’dan kurtuluyor; böylece Yunanlılar’ın Megali İdeası Misak-ı Milli’nin gücü önünde dize geliyordu. Bu büyük Türk zaferi Anadolu’nun her yanında kutlanırken, bir zamanlar Rum toplumunun refah içinde Türklerle birlikte yaşadığı, fakat şimdi Yunan ordusunca yıkılan veya tamamen yakılan köylerin duman kokan yıkıntıları arasında geride bırakılmış yaşlı Rum kadınları ellerini göğe kaldırarak İngiliz Başbakanı Lloyd George’a: “Kako hrano na his Georgis” (Sana lanet olsun Loyd Core) çığlıklarıyla lanetler yağdırıyorlardı.
Uşak bozgunundan sonra Fevzi Paşa’nın komutasındaki Türk askerlerinin peşlerine düştüğü Yunanlılar’ın nasıl kaçmaya koyulduklarını, sekiz günde 250 kilometre yol aldıklarına tarih şahit oldu.
Yunan Dışişleri Bakanı, 8 Eylül günü Atina’daki İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan elçiliklerine şu kısa çağrıda bulundu: “Anadolu limanlarına acıklı bir durumda 500.000’den fazla göçmen geldi. Yunan Hükümeti kendilerine gereken toprağı verebilir ama onun elinde gemi, gıda ve çadır yoktur. Yunan Hükümeti, insanî bakımdan yardım istiyordu”.
Bu yarım milyonluk rakamda biraz mübalağa vardır. Şurası bir gerçektir ki, Anadolu’daki Rumlar kıyılara dökülmüşlerdi. Anadolu, Rumlar’dan ebediyyen temizleniyordu. Rum unsuru kendiliğinden boşalmıştı. Anadolu Rumları da Hıristiyan Bizans İmparatorluğu’nu diriltmeye ya da bir “İyonya Devleti” kurma emellerine veda ediyorlardı. Boşalan bu kitlenin üçte bir kadarı yani 150.000’i Anadolu’nun yerlisi değildi. Bunlar Anadolu’da Yunan kolonizasyon politikası uyarınca, 1919’dan sonra buralara dışarıdan getirilip yerleştirilmişti. Güney Rusya’dan, Adalardan, Yunanistan’dan toplanıp getirilen bu kolonizatör göçmenler, şimdi gerisin geriye dönüyorlardı. Göçmenlerin 35.000 kadarı Osmanlı vatandaşı olduklarını unutarak Yunan işgal orduları saflarında Türkler’e karşı fiilen savaşmış ve eziyet etmiş kimselerdi. Bunlar da bazen kendiliklerinden ve bazen de Atinalı büyüklerinin telkinleriyle Anadolu’da oturabilme haklarını zaten yitirmişlerdi. Geriye kalanların bir kısmı da, daha bir iki ay önce Türkler’in Kuvay-ı Milliyesi’nden esinlenerek “İyonya Devleti” ordusu için gönüllü yazılmışlardı. 100.000 kişilik bir “Mikroasiya” Rumları ordusu kurmaya çalışıyorlardı. Fakat umdukları devlet kuşunu bulamadıklarını ve bulamayacaklarını anlayıp kıyılara dökülmüşlerdi. Göçen yığınlar arasında üç küsur yıllık Yunan işgali boyunca pek şımarmış ve Türk komşularına kan kusturmuş olanlar da çoktu.
Büyük Zafer’in etkileri çabuk ve kesin olmuştu. Yunanistan’da ihtilâl patlak verdi. Anadolu macerasından sorumlu tutulan altı Yunan devlet adamı idam edildi. Yunan Prensi Andrew, bir İngiliz zırhlısıyla kaçtı. Bizans imparatorluğu tahtına özenen Yunan Kralı Konstantin Atina’daki tahtından bile oldu. 30 Büyük Zafer Osmanlı İmparatorluğu’na son verdi, fakat Yeni Türkiye, küller ve yıkıntılar altından fışkırdı.
Türk orduları İzmir’e ulaştıktan sonra Bursa’ya yöneldi. Durumun vehametini gören Yunan yanlısı Galli Lloyd George’un Hükümeti, 15 Eylül’de Dominyonlardan Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’dan muhtemel Türk saldırısına karşı İstanbul ve Çanakkale boğazlarının savunulması için yardım istedi. 16 Eylül’de İngiltere Hükümeti resmî bir tebliğ yayımlayarak endişelerini şu şekilde dile getirmiştir : “Kemalist orduların İstanbul ve Çanakkale’ye yönelmeleri ve Ankara Hükümeti’nin istekleri eğer kabul edilecek olursa, 1. Cihan Harbi’nin galibi olan İtilaf devletlerinin galebesi hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Asya’yı Avrupa’dan ayıran bu derin tuzlu Türk boğazları Karadeniz’i Akdeniz’e bağlamakta olduğu için, dünya, Avrupa ve İngiliz çıkarlarını ilk hedefte etkilemektedir." İngiltere Hükümeti bu küçük fakat mühim Türk Boğazları’nın savunulması için yardım istiyordu. Fransa, Türk Boğazları’nın savunulması fikrinde İngiltere ile aynı görüşte değildi. Boğazlar’da geliş-gidişin serbest olması için gereken her şeyin yapılmasını istiyordu. Fakat İngiltere’nin Türkler’e karşı bu politikasının sonucu bütün İslam ülkelerini etkileyeceği kanısında idi.
18 Eylül’de Fransa, askerî güçlerini Çanakkale ve etrafından çekme kararını verdi. İtalya, Fransa’nın davranışını uyguladı. Böylece İngilizler Türkler’le karşı karşıya kaldılar. İngiltere, dominyonu olan Avustralya ve Yeni Zelanda, İngiltere’nin istekleri doğrultusunda asker göndermeyi kararlaştırdılar. Yugoslavya ve Romanya asker göndermeyi reddettiler. 19 Eylül’de Amerika Birleşik Devletleri Türk Boğazları’nda çıkarlarının farkında olduğu halde bir davranışta bulunmayı kabul etmedi.
Lord Curzon, 19 Eylül’de Paris’e gitti. Orada R. Poincare ve Count Sforza ile görüştü ve Doğu sorununun çözümü için konferans yapılmasını kararlaştırdılar.
Bu konferansa Fransa, Büyük Britanya, İtalya, Japonya, Romanya, Yugoslavya ve Türkiye’nin temsilci göndermeleri kararlaştırıldı. Rusya ve vassalların davet edilmemesi, yalnız Boğazlar meselesinin çözümü için İtilaf devletlerinin istediği doğrultuda hareket etmek kaydiyle Rusya konferansa çağrılacaktı. Türkiye 23 Eylül’de konferansa çağrıldı. Trakya Meriç ırmağına kadar Türkiye’ye bırakılacaktı. Konferans Mudanya’da galip Kemalistler ile mağlup Yunanlılar arasında ateşkesi sağlamak için yapılacaktı.
Sonuç: Türkler ile Avrupalılar 1356 yılında karşılaştıktan sonra ne Avrupalılar, ne de Türkler birbirlerini sevdi. Avrupalılar koyu Hıristiyanlık ile beyaz ırkın başat olduğu düşüncesi altında kendilerini üstün soy olarak kabul etmişlerdir ve hâlen lâikiz demelerine rağmen bu görüşlerini sürdürmektedirler.
David Lloyd George, Galli koyu bir Hıristiyan ve Yunan hayranıydı. Pire ve Atina’da iç barışı sağlamaktan aciz olan Sırplaşmış Yunanlılar’a Anadolu’da toprak vermeye çalışmıştır. Bunun başarılmayacağını başta 1919 ortalarında Büyük Britanya Dışişleri Bakanı olan Lord Curzon ve bazı yüksek düzeyde memurlar görmüşlerdir. Fakat bürokrat oldukları için ve işten uzaklaşma korkularından Başvekillerine etkili olarak seslerini duyuramamışlardır.
David Lloyd George, 1774’te başlayan “Doğu Sorunu”nu çözmeye kararlıydı. Türkler önce Balkanlar’dan, sonra da Arap yarımadasından da atıldı. Anadolu’dan da atılmak üzere iken Türkler’in başına askerî ve siyasî bir deha olan Mustafa Kemal Paşa geçti.
9 Eylül’de Türkler Yunanlılar’ı İzmir’de denize döktüler ve Türk ordusu Boğazlar’a yöneldi. Burada da sonu belli olmayan kanlı savaşlar olacaktı. Fakat aklı başında İtilaf devletleri İşgal Orduları Başkomutanı olan zeki Tümgeneral Charles Harington bu çatışmayı gayretle önledi.
Harington’a göre: "İstanbul Hükümeti’nin otoritesi İstanbul’da bile geçerli değildi. Yunan ordu mensupları Konstantin ve Venizeloscular diye ikiye bölünüp biri diğerine düşman gözü ile bakıyordu. Atina mali bakımdan tamamen iflas etmişti. Mustafa Kemal Paşa ise Batılı devletlerden ümidini keserek Doğu’da yanmakta olan küçük bir ışığa yöneldi ve 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşmas’ını imzaladı. Eğer Türkler Boğazlar’da tekrar sıkıştırılacak olursa, kendilerini Moskova’nın kucağına bu defa hiç kalkmamak üzere atabilirlerdi.” Tümgeneral’in görüşleri hak kazandı. Çünkü, zaten müttefikleri olan Fransa ve İtalya başta olmak üzere destek istediği devletlerden bir ikisi hariç Lloyd George umduğunu bulamadı. Böylece, sonunun nereye gideceği belli olmayan Türk Boğazları’ndaki kanlı savaş bu ileri görüşlü başkomutan ve onu destekleyen aklı başında kişiler tarafından önlendi.
Türkiye Misak-ı Millî ile iyi bir konumda yeni rejimini kurarak her sahada gelişme yolunda biraz yavaş ve aksaklıklar olsa da yoluna devam etmeye başladı. Türk Kurtuluş Savaşı yokluk ve çok zor koşullar altında başarılmıştır. Tarihte eşi yoktur.
Türkler’e bu vatanı kazandıran, başta Mustafa Kemal Paşa ve silâh arkadaşları olmak üzere bütün şehit ve gazilerin emeği çok büyük olmuştur. Onlara şükran borçluyuz. İkinci, üçüncü Cumhuriyet yoktur, yalnız birinci Cumhuriyet vardır.
İnsanlar geçmişlerini çok çabuk unuturlar. Şu noktayı akıldan çıkarmamak gerekir. Yunan askerî güçleri çekilirken çok ciddi çılgınlıklar yaptılar. Eskişehir, Uşak, Kütahya, Manisa, Aydın ve civarı ile Bornova yakınlarındaki Yaka köyünü bile yaktılar. Ayrıca bir çok köy ve kasabayı ateşe verdiler. Bursa ise, İtilâf kuvvetleri yöneticileri İzmir yangınından ders aldıkları için Bursa’nın Yunanlılarca yakılmasına mani oldular.
İşte bu nedenle tek Cumhuriyet vardır. O da mevcut Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Kaynak: Prof. Dr. Ahmet Özgiray ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 40, Cilt: XIV, Mart 1998
Yorumlar
Yorum Gönder