Ana içeriğe atla

Meryem Ana Burnumuzun Dibinde

İzmir'de çocukluğu geçen herkes okul gezileriyle Kadifekale, Efes Harabeleri, Meryem Ana Evi, Agora, Atatürk Müzesi ve benzeri kentin önemli simgelerini gezmiştir. Fakat hızla ilerleyen zaman tünelinde, bu çocukluk gezisini bahane ederek büyük çoğunluk bir daha dibindeki bu tarihi mekanları bir kez daha gezme gereği hissetmemiştir. 

Halbuki dünyanın dört bir yanından ülkemize gelen milyonlarca turist kızgın kumları, serin suları bırakıp dağ tepe gezer. Efes'i görür, Meryem Ana Evi'nde hacı olur, Pamukkale'ye gider, Likya Yolu'nda günlerce dağ tepe yürür vs vs vs... Neden biz bu kadar kıymetli, her karışının ayrı bir hikayesi olan güzel topraklarımızın kıymetini bilmeyiz? Yaşımız erişkin olunca çoluk çocuk birer kez daha buraları gezmek çok mu zor gelir? Bizden size tavsiye kentimizin o kadar güzel, o kadar çok tarihi yaşamış gezi noktası var ki, sağa sola gidip gezeceğinize dünyayı ayaklarınıza getiren mekanları siz gezin. 

Biz zaman zaman bu gezilerimizi, gördüklerimizi bu blog aracılığı ile paylaşıyoruz. Kentimizin değerlerini bir başka gözle yeniden inceliyor, geziyoruz. Zaman zaman da başka gezginlerin yayınlarını sizlerle paylaşıyoruz. Maksat, kent bilincinin oluşması. 

İşte bu medeniyetler coğrafyasının en yoğun kesişim bölgesi olan İzmir, kuzeyinde Bergama ve güneyinde Selçuk bölgeleri başta olmak üzere her karışında ayrı bir hikayeye ev sahipliği yapmaktadır.

Selçuk Bölgesi'nin Efes Harabeleri'nden sonra en çok ziyaretçi çeken durağı olan Meryem Ana Evi ise en son uğrağımız oldu. 

Hristiyan alemi için çok önemli ziyaret noktalarından birisi olan Meryem Ana Evi, Aydın Sıradağları'nın Selçuk'taki tepelerinden birisi olan Bülbül Dağı'nın üzerindedir. Selçuk'tan Aydın istikametine doğru giderken 3 km sonra sağa Efes, Yedi Uyuyanlar ve Meryem Ana Evi için bir yol ayrılır. Bu yola saptıktan sonra 6 km daha (büyük kesimi tırmanış) giderseniz yolun sonunda sizi Meryem Ana Evi'nin hüşu içindeki yeşil ortamı karşılar. 

Hikayesine ve izlenimlerimize geçmeden kişi başı 5 TL, araç başı 8 TL vererek girildiğini ve bu paranın Meryem Ana Evi'ne değil Selçuk Belediyesi'ne ödendiğini belirtmemiz gerek. 2 kişi gidip 18 TL verdik. (Bu paranın karşılığı tartışılır. Madem giriş ücreti alıyorsunuz, otopark ücreti almayın oraya yaya çıkabilecek kaç kişi var? )

Hz. İsa'nın annesi Bakire Meryem'in burada yaşadığına ve öldüğüne dair ipuçlarının Hristiyan Alemi'nin önemli bilginlerince incelenmesi ve sonunda doğruluğunun kabul edilmesiyle, 1900'lü yıllara yaklaşırken Meryem Ana Evi önemli bir hac noktası olmuştur. 1960'lardan sonra iki ayrı Papa'nın ziyaretiyle dünyada tanınırlığını arttırmıştır. Günümüze ulaşan bilgilere göre Bakire Meryem'in, Aziz Jean (bilinen adıyla Yuhanna) ile birlikte İsa'nın ölümünden 4-6 yıl sonra buraya geldiği ve ölümüne kadar burada yaşadığına inanılıyor. 

Evin bulunuş öyküsü şu şekilde aktarılıyor;1881 yılında, Paris piskoposluğuna bağlı Gouyet adında bir rahip, Katerin Emmerik'in (1774-1824) yazdığı "Hazreti Meryem' in hayatı" kitabında anlatılan Meryem'e ait Ev'in, tanıma uygun olup olmadığını görmek için Efes'e gitmeğe karar verir.

İzmir Başpiskoposu olan Monsenyör Timoni, onu cesaretlendire­rek, araştırmalarına yardımcı olsun diye yanına bir genç verir. Ra­hip Gouyet, çantasına, üzerinde "zavallı, zararsız ve çaresiz bu yol­cuya lütfen saygı gösteriniz" sözlerinin yazılı olan bir pusula koyarak yola çıkar. Yolculuğu sorunsuz geçtikten sonra, Hazreti Meryem'in Evi'ni bulduğunu iddia ederek, raporunu Monsenyör Timoni ile Pa­ris Piskoposluk otoritelerine, hatta Roma'ya verir. Fakat başarılı ola­maz.

On yıl sonra, İzmir Fransız hastanesi rahibelerinden Marie de Mandat Grancey, hastanedeki rahibeler camiasına, Katerin Emmerik' in "Hazreti Meryem'in Hayatı" kitabını okutuyordu. Meryem'in Efes'teki yaşamı ve ölümü ile ilgili bölümler bittiği zaman, rahibele­rin rahibi olan Lazarist M. Jung şöyle der: "Efes o kadar uzak değil­dir, gidip görmeye değer."

Aynı tarihlerde İzmir Fransız Koleji müdürü ve İbranice uzman, Yahudi geleneklerini iyi bilen Lazarist rahip Eugene Poulin'de Katerin Emmerik'in kitabını inceler ve Efes'e bir gezi tertiplemeğe karar verir. Kendisi gitmediyse de iki rahip ve iki katolik görevli gön­derir.

27 Temmuz 1891 de dört kişi yola koyulurlar, Efes'te civarı iyi tanıyan Mustafa adında bir zencinin yardımını isterler.

Fakat bir müddet evvel Mekitarist (Ermeni katolik) bir rahip Değirmendere'de bir şeyler bulduğunu iddia ettiğinden, Ayasuluk (Selçuk) yerine, Aziziye (Çamlık)dan dolaşırlar. Değirmendere'deki Ortodoks manastırına geldiklerinde heyet başkanı Mr. Jung, oradaki iki papaz'a Hazreti Meryem nerede öldü diye sorar. Karşılığında "Kudüs'te" diye cevap alır. Cevaplarından, Meryem'in ölümü ile ilgili, Bizans'ın resmi geleneğine sadık kaldıkları anlaşılıyordu.

Değirmendere gezisi hiç bir olumlu sonuç getirmediğinden, dört arayıcı Kuşadası'nda gecelemeyi ve ertesi gün ellerinde pusula ile Ayasuluk'tan hareket ederek ve Katerin Emmerik'in kitabını rehber sayarak araştırmalarına devam etmeye karar verirler.

29 Temmuz 1891 günü, saat 11'e doğru yorgun bir vaziyette, tü­tün dikilmiş küçük bir yaylaya varırlar. Susamış olduklarından, tarla­da çalışan kadınlardan su isterler. "Suyumuz kalmadı, fakat manas­tıra gidin, orada su bulacaksınız" diye cevap alırlar. Bir işaretle, ol­dukça harap olmuş bir evi gösterirler.

Susuzluklarını iyice giderdikten sonra dört araştırmacımız etraf­larına bakar ve şaşkına dönerler. Ne? Harabeye dönüşmüş ev, evin arkasındaki dağ, karşılarında deniz fakat... Katerin Emmerik tarafından Meryem in Evi için yapılan tasvirin ta kendisi, tıpatıp uyuyor. Do­nakalmış ve heyecanlı bir şekilde, evi tasvir eden satırları bir daha gözden geçirirler. Vazifelerini tam yerine getirmek için, civardaki tepeleri araştırmak isterler. Katerin Emmerik gerçekten dağın tepe­sinden, Meryem Ana Evi'nin bulunduğu yamaç, Efes ve Deniz görün­düğünü yazıyordu. İki gün boyunca, tepeden tepeye koştular fakat Meryem Ana Evi'nin bulunduğu dağın tepesinden başka hiçbir yer­den aynı zamanda Efes ve Deniz görünmüyordu. Böylece Meryem'in evini bulmuşa benziyorlardı. Sevinç içinde, İzmir'e dönerler ve ke­şiflerini anlatmağa başlarlar.

M.Jung'un amiri sayılan, M.Poulin, meslektaşını şakacı itham ederek, bizzat Efes'e gitmeğe karar verir. Birinci keşif gezisinden onbeş gün sonra, yani 12 Ağustos'ta bizzat dağa tırmandıktan sonra, İzmir'e dönüşünde, tutkuyla meseleye sarılıp, derin ve bilimsel çalış­malarla bu işin peşine düşmeğe karar verir.

M.Poulin gecikmeden 19 Ağustos'ta, ikinci kez Mösye Jung'u ve kültürlü dört katoliği yanına alarak, Efes'in yolunu tutar. Altı gün boyunca fotoğraf çekerek, ölçerek ve önemli veriler elde etmek için orada kalırlar.

M.Poulin'in sık sık ziyaret ettiği ve rahip Gouyet'yi unutmayan İzmir Başpiskosposu Monsenyör Timoni, Efes'teki Meryem Ana'nın evi ile ciddi bir şekilde ilgilenmeye başlar. Başkanlığında, yedi rahip ve beş laikten müteşekkil uzman bir heyet kurar.

1 Aralık 1892 tarahinde Monsenyör Timoni başkanlığındaki 12 kişilik heyet Meryem Ana'ya çıkar. Heyet, Katerin Emmerik'in an­lattıktan ile bariz bir benzerlik olduğunu farkeder, yerinde hemen usulüne uygun şekilde bir tutanak tanzim edilir ve heyet üyeleri tara­fından imza altına alınır.

Mösyö Jung'un Panaya Kapulu'yu keşfettiği tarih sayılan 29 Temmuz 1891 ile Monsenyör Timoni'nin aynı yere çıktığı tarih olan 1 Aralık 1892 arasında, rahibe Marie de Mandat Grancey bu yerin mülkiyetini kendi adına geçirtmek için çalışır, bu yerin satın alma görüşmeleri 15 Ocak 1892'den, 15 Kasım 1892 tarihine kadar sü­rer. Demek oluyor ki, rahibe Marie de Mandat Grancey bu yerleri satın aldıktan 15 gün sonra monsenyör Timoni Meryem Ana'ya çı­kar.

Sonradan Mr.Poulin'in yazdığı gibi ev, çok güzel sekiz çınar ağa­cı ile çevriliydi. Bu çınarların bir kaç metre ötesinde, akarsuya doğ­ru, uzun ve narin bir kavak ağacının tepesi ince bir ok gibi yükseliyor­du. Bu büyük kayalıkların eteğinde, onu koruyan ve hükmeden bu dağda, koruyucu gölgeleriyle örtercesine gizleyen kavaklar altında, sanki bir sır saklıyormuş gibi bu tarihi ve küçük kilisenin, güzel ve saygıdeğer bir görünüşü vardı. Uzakları gözetleyip, yaklaşan düşmanı haber verircesine yükselen narin kavak ağacı ise, gelen ziyaretçilere sanki "Gelin burasıdır" diye sesleniyordu. (Poulin, Panaya Kapulu tarihi, el yazısı 1 cilt, sahife 30).
..."[1]

Bülbül Dağı'na çıkışta
Meryem Ana Heykeli
Gözde Erensoy objektifinden [1]
6 km kadar tepe tırmanışını yaparken özellikle Efes'in yukarı yerleşke kapısını geçtikten sonra dev bir Meryem Ana Heykeli karşılıyor sizi. Fotoğraf çekilmesi amacıyla yapıldığı belli olan bu heykeli biraz daha yukarı yapsalardı süper bir manzara sizleri karşılıyor olacaktı. Oysa şimdi pek bir manzarası yok.  Görünüşe Pamucak Sahili, Klaros, Selçuk, Efes, Yedi Uyuyanlar, Şirince, Keçi Kalesi ve daha bir çok önemli noktayı katabilecek bir tepe Bülbül Dağı. Ancak 2006 yılında çıkan orman yangının sonucunda İzmir Valiliği kararı ile tırmanış boyunca yolda durmak ve yavaşlamak yasak. Efes Harabeleri'nden Meryem Ana Evi'ne kadar durmaksızın gitmek zorundasınız. Aksi halde cezayı yersiniz. 

Meryem Ana Evi'nin girişinde gişeler karşılıyor sizi. Ödemenizi yapıp biletinizi aldıktan sonra araçla Vadi'nin içine doğru inmeye başlıyorsunuz. Araçla girişi kapısına kadar gidip otoparka park edebilirsiniz. 

Girişte karşılıklı iki bina var birisi hediyelik eşya mağazası diğeri kafeterya olarak hizmet veriyor. İçeri girer girmez bir nevi ibadethaneye geldiğiniz ve buna uygun giyinmeniz ve davranmanızı hatırlatan bir kaç dilde levha ile karşılaşıyorsunuz.

İbadethane açık bir şekilde kutsal evin girişinde yer alıyor. Kutsal evde dua edebilir, şifa dileyebilirsiniz. İnanışa göre kutsal evin hemen altında yer alan şifalı su kaynağından su içerseniz dertleriniz sona erecek. Ayrıca yine çeşmelerin hemen yanında dileklerinizi asabileceğiniz özel bir duvar bulunuyor. Çaputlara dileklerinizi yazıp duvardaki direklere bağlayabilirsiniz. 


Yanınızda mutlaka kutsal su doldurmak için bir küçük pet şişe, dilek yazmak için çaput/sargı bezi ve kutsal mekanlarda kullanmak üzere kıyafet götürmelisiniz. 

Kutsal Meryem Ana Evi'nin doğası da müthiş. Doğu Karadeniz yaylarını aratmayacak kadar yeşilin tonu var. 

Başta serzenişte bulunduğum giriş ücretleri için Selçuk Belediyesi'nin eleştirsem de burada yaptıkları nezih çalışma için de tebrik etmeliyim. Gayet düzenli, temiz bir çevre düzenlemesi olmuş. 

Şirince, Yedi Uyuyanlar ve Meryem Ana Evi'ni 1 günde gezip dinlenecek vakit bile bulabilir ertesi gün ise Efes Harabeleri, İsabey Camii, Saint Jean Kiliseleri'ni gezerek 2 günlük seyahatle evinize dönebilirsiniz. 

Konaklamak için Şirince Konakları, Pamucak Sahili'ndeki oteller ideal bir seçim olabilir.

Kaynakça
[1] Meryem Ana'ya Ait Evin Yeri sayfa 7-9 http://www.meryemana.net/book/index.php?td=16&book=38&site=2431

Selçuk Belediyesi İnternet Sitesi- Meryemana Evi http://www.selcuk.bel.tr/tr/selcuk.php?module=

Görseller
Gözde Erensoy 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sadık Bey Semtinin İsmi Nereden Gelmektedir?

Konak'tan Güzelyalı'ya giderken Vali Konağı ile Köprü durakları arasında yer alan durağın adı Sadık Bey durağıdır. Susuzdede Tepesi'nin kuzey doğusunda Türk Koleji ve Hakimiyet-i Milliye İlkokulu'nun tam arasında kalan bölgededir.  Civarda Sadık Bey'e ait bir heykel bir meydan veya bir sembol yoktur.  Peki kimdir Sadık Bey ve neden bir muhite adını vermiştir? Buyrun beraber okuyalım...

Bir Zamanlar İzmir | Palet Restaurant

Palet Restaurant, 2000'li yıllara girmeden mecburen hayatına son vermiş İzmir'e renk katan bir işletmeydi. Kordon'da Alsancak İskelesi'ni geçtikten sonra limana yakın bir yerlerde denizin üzerine kurulmuş enterasan mimarisi ile sembolleşmiş bir eğlence merkeziydi...

İzmir’in Tarihine Bir Adım Daha Yakın

Fisun Yalçınkaya, İzmir Agorasını Kazı Başkanı ile birlikte gezip Milliyet Gazetesi'nde yayınladı. Bugünkü gazetelerde yer alan haberi sizlerle paylaşıyoruz. Belki bu vesile ile her gün önünden geçtiğiniz antik kenti bir kez gezmek istersiniz. Buyrun haberi olduğu gibi alıntılıyoruz... Gladyatörlerden, gemilere Roma günlük hayatına ışık tutan graffitileri, hamamı, kent alanıyla geniş ve zengin bir antik kent olan ve Total Oil Türkiye’nin desteklediği Smyrna’yı Kazı Başkanı DEÜ arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Akın Ersoy’la birlikte gezdik ve çalışmalardaki yenilikleri dinledik...