Bir kentin tarihini, coğrafyasını, toplumsal hayatını, geçirdiği değişimleri, insan tiplerini, atmosferini, doğal güzelliklerini, unutulan değerlerini, yeme içme kültürünü, gecesini gündüzünü, yazını kışını, folklorunu, eğlence hayatını, daha bin türlü özelliğini, herkes kendince görür. Tarihçi başka, coğrafyacı başka, turizmci başka, asker başka, öğretmen bambaşka bir gözle görür ve kendi bakış açısıyla yazmak ister.
Ama bir yazar-edebiyatçı, kendince bir duyarlıkla yaklaşır kentine. Çevresine gönül gözüyle bakar. Kendisini değişik insanların yerine koyar, onların yüreğiyle de hissetmeye çalışır, öylece yazar… Yazar yazdığı zaman, birçok kimse o yazıda kendi duygularını, düşünüp de söyleyemediklerini bulur. Kendisinden önce yazılmış olanları da anımsamak ister…
Bu düşünceden yola çıkarak, İzmir’in kırk bir semti, İzmirli kırk bir farklı edebiyatçı-yazar tarafından kaleme alındı. Okurla buluşan kırk bir kitaplık dizi, hem İzmir için bir ilk olması, hem de İzmir’in köklü kent halk kültürüne bir armağan olması açısından yüksek değer taşımaktadır.
(Arka kapak yazısı)
İzmir ile ilgili 41 semti kitaplaştıran Heyamola yayınları, kitap serisinin arka kapağında yukarıdaki yazıya yer vermiş.
Kitap evlerinde hepsini paket halinde satın almak isterseniz 440 TL gibi bir fiyata satılıyor. Ben denemek amaçlı, Nedim Atilla'nın kaleme aldığı "Bir Göç Kasabası Gaziemir" kitabını aldım. Okudum, Gaziemir'i 80 yıla yakındır yaşayan anneanneme de okuttum. Sıra yorumlamaya geldi.
Öncelikle kendi görüşlerimi dile getireyim. Kitap oldukça hızlı hazırlanmış ve gerekli önem verilmeden yazılmış gibi duruyor. Yazacak çok konu bulunamadığından ve araştırıp çeşitlendirmeye fırsatı bulamamış gibi olduğu zaten yazarın başlangıçta belirttiği gibi kendisinin Alaybey'i yazmasının daha doğru olacağını vurgulamasından anlaşılıyor. Yazarın Seydiköy'de yaşamışlığı olmamasına rağmen anneannesinden öğrendiklerini kaleme alması yeterli olmamış bence. Keşke Seydiköylü bir yazara yazdırılsaydı. Ya da danışman olarak yardımcı olsaydı.
Nedim Atilla'nın sade ve güzel yazısına rağmen 160 sayfa içerisinde çok sayıda tekrar var. Bazı konuları bir kaç kez okuyorsunuz. 80 sayfaya sığacak kitabı biraz şişirmek gayreti mi var yoksa yazarın alel acele kaleme alması mıdır bilmiyorum. Çünkü Nedim Atilla'nın yazılarını okumaktan keyif alan ben bu kitabı okurken şaşırdım.
Öte yandan tarihsel gerçeklik için de Seydiköylü anneanneme danıştım.
Kitap'ta yazması gereken bir çok ailenin adı bile anılmamış. Bu kadar çok levantenlere yer verileceğine Seydiköy'ün yerlisine de yer verilebilirdi. 1930'ların başından itibaren Seydiköy'de yaşayan anneannem köyün muhtarının bile adının geçmediği bir kitap olduğunu söylüyor. Öyle ki 3 kuşak İstasyon'un hemen ardında yaşayan, yani bir nevi kentin merkezinde yaşayan bir ailenin, eşraftan hiç kimseyi tanımaması mümkün değil. Bu bağlamda anneannemin şu isimlerin kesin olması gerekirdi demesi bence önemli bir eksikliğin işareti.
Kitapta Seydiköy'ün bilinmeyen tarihine değinilmiş bu çok güzel ancak bilinen tarihi ile ilgili sadece bir kaç konu kaleme alınmış gibi.
Bunu da kendime bir görev addedip Seydiköy ile anneannemden öğrendiklerimi kaleme almaya çalışacağım. Küntelerin, Taşakmanların, Recep Aga'ların tütün zamanında yaşadıklarını, Köfteci Yunus'un film olacak hayatını aktarmak gerekir.
Yorumlar
Yorum Gönder