"Birçok dost ya da okur uzun zam andır "Çoğu araştırmada Frenk Sokağı'nın sözü geçiyor. Yıllardır da bu adı duyarız. Ama bu sokağın nerede olduğunu bir türlü öğrenemedik. Bunu yazsana!" deyip durmaktaydı. Katıldığım bir bilimsel toplantıda da aynı sorun yaşandı, hatta iki araştırmacı bu konuda hafif bir tartışma da yaşadılar. Aslında ikisinin de tarifi tam değildi. Bu nedenle Frenk Sokağı'nı yazmak şart oldu."
Kentimizin en önemli dağarcıkları arasında yer alan usta isim Yaşar Ürük'ün Konak Belediyesi'nin yayını olan KNK Dergisi'nin 30. sayısında yazısına böyle başlıyor.
Tarih boyunca ‘doldurulmak’ gibi kötü bir kader yaşayan İzmir Körfezi'nin Mavişehir'den başlayıp İnciraltı önlerinde son bulan ve İç Körfez olarak adlandırılan bölümünde ‘dolgu’ işlemi görmemiş hiçbir yer yoktur. Doldurulmamış bölümleri kısım kısım da olsa Mavişehir ve İnciraltı'ndan sonraki bölgelerde görebilmekteyiz. Dolgu sonucu kazanılan alanlara bakarsak; güney kıyısının önemli kısmını oluşturan ve Değirmendağ önlerinden başlayıp Halkapınar Köprüsü'ne kadar uzanan bölümün en büyük dolguya sahip alan olduğu görülür. İşte bu bölümde yer alan ve bundan beş yüzyıl öncesinin kıyı şeridi olan Frenk Sokağı, yirminci yüzyıla girilirken, denize doğru sürekli doldurulan alanlarda açılan yeni arterler nedeniyle Dördüncü Kordon diyebileceğimiz bir konumdadır. Bu arada bölgeyi anlatmaya çalışırken, neredeyse tamamı alüvyon toprak olan günümüz Alsancak semtinin bu konudaki geçmişinden de söz etmek gerekir. Çünkü anlatmaya çalışacağımız Boyacı Deresi, tıpkı Frenk Sokağı gibi pek fazla bilinmeyen bir akarsudur. XVI. yüzyıl sonlarından itibaren yazılı kaynaklarda bölgeden söz edildiği görülmektedir. Günümüzdeki Alsancak semtinin önemli bölümünün, söz konusu arazi içinden geçen ve Boyacı Deresi olarak adlandırılan akarsuyun taşıdığı alüvyonlu toprak nedeniyle zengin bir tarım alanı olduğu
muhakkaktır.
Yeşildere’nin bir kolu olan ve XX. yüzyıl başlarına kadar varlığını çeşitli plan ya da haritalarda gördüğümüz Boyacı Deresi; ünlü tarihi Kemer (Kervan) Köprüsü civarında Yeşildere’den ayrılarak kuzey batı yönünde Körfez'e yönlenip denize karışan bir akarsudur. XVIII. yüzyıl sonlarına kadar şehrin kuzey sınırı olan bu akarsu zamanla yerleşim yerleri arasında -altında- kalıp körelir ve de
körfezde döküldüğü noktadan başlayarak, bölüm bölüm tarihe karışır. Bu akarsudan, Meles Çayı’ndan ayrıldığı bölgede tabakhanelerin bulunması nedeniyle bazı kaynaklarda ‘Tabakhane Deresi’ adıyla da söz edildiği görülmektedir. Ancak asıl adını, çevresinde bir zamanlar ünlü Türk kırmızısı renginin kullanıldığı, kumaş boyama atölyelerinin bulunmasından alır. Yani söz konusu dere, geçtiği bölgeye tarımsal zenginlik getirmesinin yanı sıra, aynı zamanda doğal bir ticari arter görünümü de taşımaktadır.
Bu görünüm, bu nedenle günümüzde İzmir'in en değerli arazi bütününe sahip Alsancak semtinin değerinin bir anlamda o dönemlerden habercisi olur ve bu alan değeri, son yüzyıldır (1922 büyük yangını da dahil olmak üzere) neredeyse hiç azalmadan günümüze kadar sürüp gelir.
İzmir Körfezi kıyısı tarih boyunca doldurularak yeni alanlar kazanılmıştır. Körfez'in güneydoğu sahili olan bölüm ise en çok dolan/doldurulan kıyıdır. Bu nedenle, İzmir'de körfezin güney yakasında günümüzde bildiğimiz birçok arter, bir dönemin kıyı şerididir. Sözgelimi Kemeraltı Camii'nden başlayarak; Başdurak, Kestanepazarı, Şadırvan ve Hisar camilerinin çevrelediği ve de Anafartalar Caddesi'nin önemli bölümünün de bu hat üzerinde yer aldığı geniş kavis, bir dönemlerin iç körfez kıyısından günümüzdeki biçimine dönmüştür. Yine günümüzdeki Kordon'a (Rıhtım) paralel olarak art arda sıralanmış olan arterleri, son dört yüz yılın doldurula doldurula içeride kalmış kıyı çizgileri olarak da düşünebiliriz. Denizin bazı eski rıhtım noktalarından ne kadar uzaklaştığının en iyi örneği günümüzde Hilton Otel'in hemen önünde bulunan St. Polycarpe Kilisesi'dir. XVII. yüzyıl başlarında sahilde inşa edilen bu kilisenin şu anda denize olan uzaklığı bölgenin ne kadar doldurulmuş olduğunun göstergesidir ki bu mesafe halen 310 metredir. İşte bir zamanların kıyı çizgisinden doldurulduktan sonra artere dönüşmüş olan Frenk Sokağı'nın yeri için, bir anlamda ‘1922 yangını öncesinin Dördüncü Kordon'u’ benzetmesini de yapabiliriz.
Frenk Sokağı da İzmir'de yaşayan hemen tüm azınlıkların ve elbette Doğu Akdenizli tüccar toplumu olan Levantenlerin bir numaralı çarşısı; iş ve de yaşam merkezidir. Frenk Sokağı'nın zaman içinde oluşup gelişmesine öncelikle Osmanlı İmparatorluğu'nun azınlık tüccarlara tanıdığı kolaylıkların yol açtığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Osmanlı hükümetinin, İzmir'i hammadde ihracat kenti olarak ön plana çıkaracak politikaları yürürlüğe koyması bunun en önemli nedenidir. Bu nedenle Batılı tüccarlar dünyanın en verimli topraklarında yetişen çok değerli ürünleri dünyaya pazarlamanın kapısı olarak İzmir'i seçmişler ve bu alanda kente yatırım yapmışlardır. Bu kolaylık sağlayan politikaya uygun örneklerden biri XVII. yüzyılın sonlarında İzmir'den moher ipliği ihraç eden Avrupalı tüccarların sadece %3 oranında gümrük vergisi ödemekle yükümlü olup, bac-ı ihraç vergisinden de muaf olmalarıdır.(1) Bu politika ve Avrupa pazarında ihraç mallarına duyulan talep, XVIII. yüzyıla gelindiğinde İzmir'in uluslararası ticaret merkezi olarak yükselmesinde en önemli etkenlerden biri olur ve şehrin bu niteliği doğal olarak dünyanın en büyük çarşı bölgelerinden birinin ortaya çıkmasını sağlar. Frenk Sokağı da bu bölgenin üç önemli damarından biri sayılabilir. İzmir'deki bu üç önemli çarşı arterinden Frenk Sokağı; Avrupalı tüccarların yoğun olarak bulunanıdır. Cadde yaklaşık 4,5 metre genişliğindedir ve o dönemlerdeki kentin yaklaşık yarı uzunluğundadır. Pazar alanı ve hanlara(2) bitişik olan yol boyunca İzmir'in en güzel evlerinin bir bölümü ile konsolosluk
görevlilerinin evleri yer almaktadır.(3)
Bu evlerin ön cephelerinde sayısız kapı bulunuyordu ve arka cephelerindeki teraslar yaya yolu olarak kullanılan körfeze ve depoların çatılarına açılıyordu. Bu evler aynı zamanda limana ve civarda yer alan kırsal alana bakıyorlardı. Evlerin arka bahçeleri denize ulaşıyor, geceleri gemilerin yükleme ve boşaltmasında rıhtım olarak kullanılıyordu.(4)
İzmir'i ziyaret eden gezginlerin özellikle XIX. yüzyıl başlarından itibaren Frenk Sokağı'ndan söz ettiklerini görürüz. Hiç kuşkusuz şehrin sermaye merkezi olan bölgenin kalbinde yer alan bu sokak birçok gezginin büyük ilgisini çekmiş ve sokakla ilgili çok şeyler yazılmıştır.
1830 yılında İzmir'e gelen gezgin Joseph Michaud, sokak için “Dikkate değer ve adı olan" tanımını yaparken(5), ondan yaklaşık yirmi yıl kadar sonra İzmir'e gelen Alexis de Valon, farklı düşünmektedir ve şunları yazar: "Frenk Sokağı, İzmir'in en güzel sokaklarından biri olmakla ünlüdür; ona ilişkin düşüncelerimize pek uymamakla birlikte, çok belirgin bir karaktere sahiptir. Dar bir sokak, pis bir dere, her renkte, her biçimde, her yükseklikte evler, üzerinden hiçbir zaman bir araba geçmeyen, kötü bir döşeme kaplaması. Sağda solda dükkan olarak iş gören mekanlar, kafaların üzerinde, sundurma görevi yapan ve bol güneşli sokağa kara gölgeler düşüren kocaman kumaş ya da pamuklu parçaları, ayaklar altında sebze talaşları, ezilmiş kavun dilimleri, yarı kemirilmiş kemikleri çamur içinde sürükleyen kocaman sarı köpekler. Terlikli, sessizce yürüyen, gürültüsüzce acele eden, alacalı bulacalı bir kalabalık. Düşürülmesi olanaksız bir Türk sarığı, kunduz kürkü şapka, kırmızı fes ve maşlah karışımı, sizi iten hamallar, semerleri size çarpan eşekler, kimi zamandümdüz yürüyen, bakmaksızın ve hiç fark etmeksizin, ayağını döşemenin ya da kaçmayı bilemeyen, dalgın dalgın, başıboş gezen bir insanın üzerine koyan bir deve dizisi. Bu kalabalık içinde çok hareket ve az gürültü. Frenk Sokağı'nın görünümü işte böyledir.(6)"
Birçok kaynakta belirtilenin aksine Frenk Sokağı, her zaman, bir Avrupa kentinin mükemmel bir caddesi görünümünde değildir. "Bu sokak, Avrupai kentin zengin bir mahallesinin kalbi olmaktan uzak görünmektedir. Frenk Sokağı, bir Fransız sokağı değildir. Gerçek, adından umulanla çakışmamaktadır.
Tersine, orada, pazarın ya da Türk mahallesinin kimi özellikleri bulunmaktadır. Kimi gezginler, İzmir'de çok sık ortaya çıkan vebanın kaynağı olarak, Türk mahallelerinin pisliğini görmektedirler. Frenk Sokağı da daha temiz değildir... Nihayet her iki halde de dar bir sokak söz konusudur. Develer burada, pazarda olduğu kadar yolları tıkamaktadırlar...
Demek ki Frenk Sokağı, pazarın ya da Türk mahallesinin sokaklarından pek farklı görünmemektedir. Ticaret arteri olan Frenk Sokağı ile Doğu Pazarı arasında, ayrımdan çok süreklilik vardır. Komşu olmaları akrabalıklarını kanıtlamaktadır...
Frenk Sokağı, yalnızca işlenmiş, Fransız, İngiliz, Rum ya da İtalyan tüccarlarca Avrupa'dan ithal edilmiş malları satan dükkanları bir araya getirmemektedir. Orada aynı zamanda, Yahudiler ve Türkler tarafından satılan yerel ürünler de bulunmaktadır. Ama en ilginci, Avrupa mallarıyla Doğu sergilerinin birlikteliğidir. Orada hiçbir düzen yoktur... Bir anlamda, eğer sözcüklerle oynanmak
istenirse, pazar adını daha çok Frenk Sokağı'nın
hak ettiği söylenebilir.(7)"
Gezgin Reynaud, "Frenk Mahallesi'nde tüm ülkelerin tezgahlarına rastlarsınız(8)" derken, Deschamps ise sokaktaki konsolosluklardan söz eder: "Avrupalı güçlerin konsolosluklarının neredeyse tümü Frenk Mahallesi'nin
bir başında toplanmışlar. Konsolosluk konutlarının çoğu ön cephelerinde çok fiyakalı tanıtım levhalarını takıp takıştırmışlar. İtalyanların tanıtım levhası yepyeni ve çok
aşırı büyüklükte. Fransız konsolosluk binası önünde, kestane ve çınar ağaçları bulunan bir bahçede, çatının tepesinde üç renk dalgalanıyor. Bu renklerin gökyüzünde dalgalanırlarken gerçekten güzel bir havaları, görkemli ve anlı şanlı bir vakarı var, onlar orada hemen her zaman baskı altındakiler ve çaresizler için bağlılık, kurtuluş ve umut simgesi oldular.(9)"
Frenk Sokağı, sonunu getiren 1922 yangınından önce de yangınla karşılaşmıştır. Bunların yok edici olanlarından biri 8 Temmuz 1742 tarihinde yaşanan yangındır. Yahudi Mahallesi'nde bir evde başlayan yangın, dönemin İzmir Kadısı'nın ilgisizliğinin ve yangına müdahale emri vermemesi nedeniyle beklenmedik biçimde büyür ve o gece tüm Yahudi Mahallesi'nin yanmasına neden olan ateş, şehrin güvenli olduğu düşünülen diğer semtlerine de sıçrar. Önce Yahudi Mahallesi’ne komşu Türk Mahallesi’ne, oradan da Frenk Sokağı’na sıçrayan yangın ve şehrin merkezini de ciddi biçimde etkiler. Kırk sekiz saat içinde İzmir şehrinin üçte ikisi yok olur.(10)
XVIII. yüzyılda yaşanan yangınların en büyüğü olan ve şehirde meydana gelen önemli isyanlardan birinin sonucunda, 14 Mart 1797 tarihinde başlayan yangında önemli can ve mal kaybı meydana gelirken Frenk Sokağı'nı da büyük ölçüde etkilemiştir. Frenk Sokağı ve Frenk Mahallesi'nin coğrafi özelliklerine baktığımızda, Boyacı Deresi'nin getirdiği bereketin bölgenin tarımsal zenginliğine yaptığı katkı, yakın dönemlere kadar ulaşmış bazı yer adlarında da görülebilmektedir. Bunların en ünlüsü ‘Fasula’ olarak bilinen bölge (sonradan aynı adla önemli bir meydan) ve çevresinde oluşan mahalledir. 1922 büyük yangını ile yok olan yörede, ünlü Frenk Caddesi üzerinde, caddenin Teşrifiye ve Sultaniye adlarını alan bölümleri arasında bulunan bu meydan başlangıçta Boyacı Deresi kenarında özellikle ünlü fasulyesiyle meşhur bahçelerin bulunduğu bir bölgenin merkezindedir. Bu alanın çevresi, XX. yüzyılın başına kadar yapılarla dolar ve ünlü Frenk Caddesi’nin de geçtiği bir nokta olur. ‘Üç Yol’ olarak da anılan bu alana ‘Fasulya’ ya da ‘Fasulye’ de
denmiştir.
Frenk Sokağı'nın ticarethane ve yerleşim özellikleri açısından en iyi değerlendirmelerden birini 1905 yılı Goad planı üzerinde görebiliriz. Bu plana göre Frenk Sokağı, batı yönünde, İkinci Kordon’dan gelen Arapyan Çarşısı ile kesiştiği köşede; Çakı ve Çuha Bedestenleri ile hemen bitişiğindeki Büyük Vezir Han önünde Mahmudiye Caddesi adıyla başlar. Bu adla anılan bölümde sokağın her iki yanında yer alan yapılar (Batı yönünden Doğu yönüne olmak üzere) şunlardır: Kuzey yanında; Ispartalı Ferhanesi’nden başlayarak sırasıyla Tercümanoğlu Ferhanesi, J. P. Critza, Aliotti, Sadık Bey ve J.N. Poulos’a ait işyerlerinden sonra Coya (Gioya) Hanı’na ulaşılmaktadır. Hanı geçtikten sonra yer alan işyerleri ise Pizzaro kardeşlere ait mobilya fabrikası, Synaticos Ferhanesi, Kudüs Dostları Ferhanesi ve Aya Fotini Kilisesi’nin tam karşısında yer alan Atina Bankası ve bitişiğinde Yunan Konsolosluğu ve aynı adı taşıyan ferhanedir.
Söz gelmişken kısaca ‘ferhane’lerden de söz etmek gerekir. Ferhane, ‘geçit’ anlamında kullanılan bir terimdir. Bu geçitlerin iki tarafında dükkanlar bulunmaktadır. İlerleyen yıllarda ‘pasaj’ sözcüğü de bu anlamda kullanılmıştır. Bazı yorumlara göre ise ferhane, ‘Frenk’ ya da ‘fer’ sözcüklerinden türetilmiştir. Berhane ya da Verhane olarak da söylendiği görülmüştür. Yangın öncesi şehir planlarında İzmir’in adeta ‘pasaj cenneti’ olduğu görülmektedir. Özellikle Frenk Sokağı çevresi yüzlerce ferhane ile ağ gibi örülmüştür. Dört ayrı adla dört bölümden oluşan Frenk Sokağı'nın Mahmudiye Caddesi adını taşıyan ilk bölümünün kuzey yönünde, yukarıda saydıklarımızdan sonra yer alan on beş civarındaki işyeri ve yapılar arasında ilk bakışta göze çarpanlar arasında Keyser Bankerlik,
İspanya Konsolosluğu, Yusuf Ferhanesi, Rossi Ferhanesi ile ulaşılan L. Cristofidis tütün şirketi, Peştemalcıoğlu Ferhanesi, Alex A. Norras mobilya deposu, Arapyan Ferhanesi ve Aya Fotini kavşağına cepheli Crédit Lyonnais göze çarpar. Mahmudiye Caddesi’nin güney yanında ise; Büyük Vezir Han’ın hemen yanında Küpecioğlu Hanı, Küçük Vezir Hanı ve hemen köşesinde P. Dandria’nın halı ticarethanesi ve bu ticarethane ile Bostancıyan’a ait işyeri arasında dar ve uzun bir geçit bulunmakta ve de iki kademeli bu geçitten Grek Evangeliki Okulu’na geçilmektedir. Bunlardan sonra şehirdeki en önemli yapılardan biri olan Aya Fotini (St. Photini) Kilisesi gelmektedir. Elli metreden fazla uzunlukta bir avluya sahip bu kilise ile hemen güney yönü çaprazında yer alan Aya Yorgi (St. George) Kilisesi arasında yukarıda sözü edilen Evangeliki Okulu bulunmaktadır.
Balık Pazarı Camii, Çakı ve Çuha Bedestenleri ile Büyük ve Küçük Vezir Hanlarının bulunduğu bölge XIX. yüzyıl ortalarından itibaren ‘Kantar’ olarak anılmaktadır. Ünlü Meyhane Boğazı’na da yine buradan gidilmektedir. Bölgenin büyük bölümü günümüzde Fevzipaşa Bulvarı ile çevresindeki yeni yapılaşma içinde yok olmuştur. Ticari malların tartıldığı büyük kantarın bulunduğu yer olduğu için bu adla anılan semtin adını günümüze taşıyan en önemli yapı, İzmir’deki karakollar arasında en ünlüsü olan Kantar Karakolu’dur. Bu karakol 1922 Yangını öncesinde, Frenk Sokağı üzerindeki Fasula Meydanı’na cepheli olan bir yapıda hizmet vermektedir. Yangından sonra Kantar bölgesinde, Hisar Camii’ne yakın, tarihi bir yapıda faaliyet gösterir ve bu dönemde günümüze kadar süren Kantar adını alır. Ancak Fevzipaşa Bulvarı’nın tamamlanması için yapılan istimlâk sırasında bu yapı yıkılır ve Kantar Karakolu, Gazi Bulvarı’na açılan bir sokak üzerindeki yeni binasına taşınır. İki katlı olan binanın zemin katında bir kebapçı bulunmaktadır. 1967 yılında bir gün Ödemişli işadamı Mustafa Yıldız, burada iki arkadaşı ile birlikte yediği yemek için, kendisinden otuz beş lira fazla hesap isteyen kebapçıya sinirlenir ve “Hep böyle pahalı mı satarsın?” der. Kebapçı da, “Yiyene göre beyim. Ben burada on beş yıllık kiracıyım” yanıtını verir. Mustafa Yıldız’ın “Seni buradan çıkartmak isterlerse ne yaparsın?” sorusunu da “Kimsenin beni buradan çıkarmaya gücü yetmez. Bu binada Kantar Karakolu var” diyerek cevaplar. Bu konuşmadan sonra istenen hesabı ödeyen işadamı, hemen mal sahibi Nimet Kızılkaya’yı bularak, binayı yüz kırk yedi bin liraya satın alır ve ardından açtığı tahliye davasını da kazanır.
Böylelikle bir porsiyon kebap, Kantar Karakolu’nu on dört yıllık yerinden eder ve söz konusu bina yıktırılarak, yerine bir işhanı yapılır. Kantar Karakolu da o günlerde Pasaport İskelesi girişinde, günümüzdeki yerine taşınır. Ancak adındaki ‘Kantar’ sözcüğü burada da devam eder. Söz gelmişken Frenk Sokağı'nın hemen başlangıç bölgesinde yer alan 1922 Yangını’nda yok olan Fazıl Ahmet Paşa Camii'nden de söz etmek gerekir. Hemen yanındaki hamam gibi, bulunduğu bölge olan Balık Pazarı adıyla da anılan cami XVII. yüzyılın ikinci yarısında Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa tarafından inşa ettirilir. Büyük yangında kül olan meyhane boğazı ve caminin son kalıntıları Fevzipaşa Bulvarı'nın açılış çalışmaları sırasında tamamen yok olur. Fazla yüksek bir cami olmamasına karşın oldukça büyük olan kubbesinin altında bulunan aynı büyüklükteki yekpare halı, işgal sırasında Yunan
askerleri tarafından süngülenerek parçalanmıştır. Balıkpazarı Camii'nin külliyesi arasında yine XVII. yüzyılın ikinci yarısında Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa tarafından yaptırılan bir de medrese bulunmaktadır. Frenk Sokağı, Balıkpazarı'nın hemen çıkışında, Küpecioğlu Hanı önünden başlar. XVII. yüzyıl sonunda veya XVIII. yüzyıl başlarında inşa edildiği tahmin edilen han Küpelioğlu adıyla da anılmıştır. Bu hanın hemen yanında, Sarıkışla inşa edilinceye kadar İzmir'in en büyük yapısı olan Büyük Vezir Han yer almaktadır. Hanın günümüzde yaklaşık yeri, Mimar Kemalettin Caddesi ile 1326. ve 1330. sokakların kesiştiği köşedir. Hanın inşası, Girit seferi sırasında İzmir’i merkez üs olarak kullanan Köprülü Fazıl Ahmet Paşa tarafından 1675 yılında başlatılmış, Vezir Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından 1677 yılında tamamlanmıştır.
Kare plânı ve avlusuyla klasik Osmanlı hanlarının tipik bir örneği olan yapıda, Kireçlikaya mevkiinde bulunan eski Roma Tiyatrosu'nun masif taş blokları ve beyaz mermerlerinin kullanıldığı da bilinmektedir. Küçük Demir Han, ile birlikte XX. yüzyıl başında, özellikle ticaret ekonomisi açısından şehrin en önemli noktalarından biri olan Büyük Vezir Han, inşasından kısa süre sonra meydana gelen 1688 depreminden büyük zarar görür. 1778 yılındaki depremden de oldukça etkilenen hanın, 1779
yılının Temmuz ayında çıkan yangında bir bölümü yanar. İki katında toplam 104 odası bulunan hanın 1922 büyük yangınından kalan duvar parçaları Fevzipaşa Bulvarı’nın açılış çalışmalarında kaldırılmıştır. Bu hanın hemen yanında yer alan Küçük Vezir Han'ın günümüzdeki yaklaşık yeri, Halit Ziya Bulvarı ile 1332. Sokak’ın kesiştiği bölgedir. Avlulu ve iki katlı hanın inşası, Büyük Vezir Han gibi, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa tarafından 1675 yılında başlatılmış, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından 1678 yılında tamamlanmıştır. 1779 yılındaki yangında bir bölümünün yandığı bilinen 35 odalı han da 1922 büyük yangınında tamamen yok olmuştur. Sokağın, Yaladika olarak da söylenen, Mahmudiye bölümünün sonunda yer alan Aya Fotini Ortodoks Rum kilisesi, 1658 yılında kıyıda inşa edilir. 1688 depreminde yıkıldıktan sonra 1690 yılında yeniden yapılan kilise ilerleyen yıllarda metropolit merkezi olur ve İzmir'de yaşayan Rumların sembolü haline gelir. Zamanla, kıyının doldurulması sonucu içeride kalan kilisenin, Hazreti İsa'nın ölüm yaşıyla bağlantılı olarak 33 metre yüksekliğinde olan çan kulesi, kilisenin avlusunda binadan farklı bir noktaya 1856 yılında dikilir. İzmir'in en yüksek binası olması nedeniyle İzmir Rumlarının övünç kaynağı olan çan kulesine 1892'de büyük bir saat eklenir. Aya Fotini Kilisesi'nin avlusundan geçilerek girilen metropolitlik dışında başka bir komşu ve önemli yapı da Rumların ünlü okulu Evangeliki Mektebi ana binasıdır. Dendrinos, Savastopulas, Omiros ve Vitalis adlı dört Rum’un öncülüğünde 1733 yılında kurulan okul, 1778 ve 1842 yıllarında da iki kez yangın geçirmiştir.
Aya Fotini Kilisesi'nin bitiminde sağa yönelen Frenk Sokağı, çan kulesinin altından geçen geçidin de açıldığı Aya Fotini Kavşağı’na ulaşır. Bu kavşakta sağa giden yol Kaymakpaşa Caddesi adıyla güney yönüne ilerlerken, solda kalan Frenk Caddesi de Mahmudiye Caddesi olan adını Sultaniye (ya da Mecidiye) Caddesi olarak sürdürür. Aya Fotini Kavşağı’ndan sonra, Sultaniye Caddesi sağ yanında St. Polycarpe Katolik Kilisesi’ne kadar çeşitli işyerleri ve yapılar yer almaktadır. Caddenin bu kez sola yönlendiği kaviste yer alan bu kilise, diğerleri gibi büyük avluya sahip değildir. Kiliseden hemen arkasındaki Birinci ve İkinci Madamhane sokaklarına açılan ‘U’ biçimindeki Cousinery Sokak’a kadar olan bölümde yer alan işyerlerinin en büyüğü olarak Abajoli Kitabevi göze çarpmaktadır. Buradan Kızlar (Hacı Stamo/İstam) Sokak’a kadar uzanan bölümde çeşitli önemli işyerleri yer alır. Sultaniye Caddesi’nin Aya Fotini Kavşağı’ndan başlayan sol yanında ise sırasıyla ünlü Orosdi Back, Geo Caluminos şirketleri ile E. Rivans & M. Sigala mobilya mağazası ve köşesinde bir restoranın yer aldığı Sakızlı Han Sokak yer alır. St. Polycarpe Kilisesi karşısına düşen bu sokaktan sonra yer alan işyerleri
ve yapılar arasında şunlar göze çarpmaktadır: Anglo-Eastern Co-Operative Limited Şirketi, Whittall Ferhanesi, St. Maria Kilisesi ve önündeki aynı adlı pasaja açılan ve Boskoviç Ferhanesi ile onların yanında Barbaressi Hanı. Daha sonra ise Moraitine Ferhanesi iki yanında Calech mobilya ile Stivaktopoulos kardeşler ve Yorgandas tütün şirketi. Onların ardında Habir ve Polako halı şirketine açılan Minghetti Ferhanesi. Caddenin nasıl bir rota izleyerek yönlendiğini günümüz İzmir'inde kıyaslamak isteyenler için hala mevcut olan St. Polycarpe ve St. Maria kiliselerinin yerleri doğru bir nirengi noktası olacaktır.
Sultaniye Caddesi’nin bu bölümündeki en önemli yapı Singer şirketinden hemen sonragelen geniş bir iç avluya sahip Lazarist Rahipler Okulu’dur. Günümüzdeki İzmir Ticaret Lisesi binaları bu okulun bir kısmıdır. Frenk Sokağı'nın devam eden bölümündeki işyerleri ve yapılar arasında ise Constant, Küpecioğlu, Mathei, Sayıan ve Aliotti Ferhaneleri önce yer almaktadır. Sayıan Ferhanesinin girişinde yer alan Amalthé gazetesinin basım yerinin hemen arkasında bir başka gazetenin daha basım yerini görürüz: Journal de Smyrne.
Kuzey yönünde yer alan ve Sultaniye Caddesi’ne paralel Saklı Caddesi’ne açılan Sponti Pasajı içinde, girişte sol köşede yer alan eczanenin yanı sıra terzi, kuaför, mobilya dükkanlarından başka bir de piyano ve diğer müzik aletleri mağazası bulunmaktadır. Yusuf Bey Ferhanesi caddenin sağa doğru kavis yaptığı noktadadır. Hemen yanındaki Balıkhane Pasajı girişinde Osmanlı Su Kumpanyası ofisi bulunmaktadır. Tenekeciyan Ferhanesi’nin girişinde ise pastane ve eczane göze çarpmaktadır. Avusturya Postanesi ve Grande Bretagne Restoran’ın bulunduğu ferhanede de bir başka piyano mağazası dikkati çeker. Sultaniye Caddesi üzerindeki en önemli yapı olan İngiltere Konsolosluğu’ndan hemen önce yer alan ve girişinde Prossen adlı Amerikan pazarı ile Appareil Fotoğrafhanesi’nin yer aldığı Negre Pont Pasajı’nın İngiliz İskelesi Sokak çıkışında ise Avusturya-Macaristan Konsolosluğu bulunmaktadır. Girişinde İngiliz Postanesi’nin yer aldığı İngiltere Konsolosluğu’nun hemen yanında yer alan İtalya Konsolosluğu’nun da bulunduğu yapıdan sonra yer alan Keklik Sokak, aynı zamanda Sultaniye Caddesi’nin de bitim noktası olan Fasula (Fasulye) Meydanı’na çıkmadan önce gördüğümüz son sokaktır.
Fasula Meydanı, bir köşesinde yukarıda sözünü ettiğimiz karakol binası olarak kullanılan çıkıntı yapı hariç, üçgen plânlı bir alandır. Güney yönünde Fasulya Mektep ve sokakların ulaştığı meydana kuzey yönünde de üç sokağın ulaştığı görülmektedir: Meydana bakan sol yandaki işyerleri arasında en önemlisi, çocukları ilerideki yıllarda Fransa Cumhurbaşkanlığı da yapacak olan Balladour'lara ait olanıdır. Yüz metreden fazla uzunluğu olan Fasula Meydanı’nın sona erdiği noktada Frenk Sokağı, bu kez Teşrifiye (ya da Fasula) Caddesi adını alır. Teşrifiye Caddesi’nin önemli özelliği oldukça sık aralıklarla başka sokaklara açılmasıdır. Bu özellik caddenin Mahmudiye ve Sultaniye adlarını taşıyan bölümlerinde görülmemektedir. Bu sokaklar arasında caddenin kuzey yönünde İkinci Kordon Caddesine açılan Lâle, Çayaltı, Kasapoğlu, Nathali İskelesi, Alhambra, Triandafilides sokakları ile güney yönüne açılan Büyük Boyahane, Çay, Natali, İstanbul ve Sütçü sokakları sayılabilmektedir. Bu sokakların da tamamı aynı Frenk Caddesi gibi kesme Napoli taşı döşeli ve her iki yönlerinde de önemli işyerleri ve işletmeler bulunmaktadır. Hurmalı Sokak’tan itibaren yeniden sağa yönelen Teşrifiye Caddesi, Bella Vista Caddesi ile kesiştiği Bella Vista Meydanı’na ulaşır.
Caddenin bu bölümü Bella Vista Caddesi adıyla da anılmaktadır. Bu noktadan sonra Mesudiye Caddesi adıyla Punta’ya yönelen Frenk Caddesi’ni güney yönünde İkinci Kordon ile birleştiren sokaklar arasında Tercüman, Mengene, Kilise, Karava, Kamiler ve Hatip Sokak gibi yine ticari merkez olan arterler hemen göze batmaktadır. 1922 Yangını ile büyük bölümü yok olan bu sokağın günümüze ulaşmış tek bölümü Mesudiye Caddesi olarak adlandırılan günümüzün Kıbrıs Şehitleri Caddesi'dir. 13 Eylül'de başlayan 1922 büyük yangını lodos rüzgarının etkisiyle Frenk Sokağı'nı da adeta kül ederek Mesudiye Caddesi'nin başladığı bölgeye kadar ulaşır. Ancak limana doğru daha fazla ilerleyemeden tamamen ters yön olan Poyraz'a dönen şiddetli rüzgar, yaktığı yerleri bir daha yakarak başladığı
noktaya yönlenir. Rüzgarın yüz seksen derecelik bu dönüşü, Mesudiye Caddesi ve çevresindeki mahalle ve konutların günümüze ulaşmasının nedeni olmuştur. Frenk Sokağı yanmasaydı acaba ne olurdu diye düşünülebilir? Hiç kuşkusuz, 1922 yangını İzmir'e çok şey kaybettiren ve hala birçok gizemi içinde taşıyan bir felakettir. Şehrin yaşadığı kayıpların yanında eğer Frenk Sokağı yok olmasaydı, İzmir'in XXI. yüzyıla ekonomik ve ticari anlamda ikinci bir Hong Kong olarak gireceği muhakkaktır.
Kaynakça
1. Ülker, Necmi "The Rise of İzmir", s. 107, Michigan 1974.
2. Flandin, Eugène "L'Orient" (4 vol), Paris 1853-1876.
3. Dumont, Jean - Baron de Carlscroon "Noveau Votage du Levant
etc. Par le Sieur D. M. Contenant ce qu'il a Vû de Plus Remarquable
en Allemagne, France, Italie, Malthe et Turquie,
etc.", s. 269-270, La Haye 1694.
4. Dearborn, Henry "A Memoir on the Commerce and Navigation
of the Black Sea and the Trade and Maritime Geography
of Turkey and Egypt ..." (2 vol), Boston 1819.
5. Michaud, Joseph et Poujoulat, Joseph "Correspondance
d'Orient" (7 vol), Paris 1833-1835.
6. Valon, comte Alexis de "Une Année Dans de Levant, Voyage
en Sicile, en Grèce et en Turque", Paris 1850.
7. Yaranga, Olaf "XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Fransız Gezginlerin
Anlatımlarında İzmir", İzmir 2000.
8. Reynaud, Charles "D'Athènes à Baalbek (1844)", s. 50, Paris
1985.
9. Deschamps, Gaston "Sur Les Routes d'Asie", s. 139, Paris 1894
10. Frangakis-Syrett, Elena "18. Yüzyıl'da İzmir'de Ticaret
(1700 - 1820)", s. 48, İzmir 2006.
Yorumlar
Yorum Gönder