Ana içeriğe atla

Dido - Bir İzmir Romanı

Efe Moral, sıradışı bir aşk hikâyesi anlatıyor “Dido”da. Ama bunu, hem yakından tanıdığı insanların tanıklıklarını hem de tarihsel belge ve anlatılardaki ayrıntıları kullanarak yapıyor ve bizlere bir “20. yüzyıl anlatısı” aktarıyor ya da bir başka İzmir resmi..

Suyun karşı kıyılarından el ele tutuşarak yola çıkıp, ailelerini ve tüm aidiyet duygularını arkalarında bırakarak İzmir’e yerleşen iki genç insanın sıradışı hikâyesini okuyoruz, Efe Moral’ın yeni romanı Dido”da...


Patralı zengin ve nüfuz sahibi bir ailenin oğlu Nikos ile İskenderiye’de büyüyüp eğitimi için Rodos’a yollanan Dido’nun, geçen yüzyılın en kritik dönemlerine tanıklık eden aşklarını adım adım izliyoruz. Ama daha en baştan altını çizmek gerekiyor ki, her ne kadar ana ekseninde bu iki insanın sevdaları yer alsa da, Dido kesinlikle bir aşk romanı değil. Bu beklentiyle okuyanların düş kırıklığına uğrayacaklarını falan ima etmiyorum burada; yalnızca, birden fazla “katmanı” olan ve okuru bu katmanlar arasında sayfalar boyunca derinlemesine gezintilere çıkaran başarılı bir kurguyu yalnızca “aşk romanı” düzlemine indirgemenin doğru olmayacağını vurgulamaya çalışıyorum.

 BİR KARAKTER OLARAK İZMİR

 Bu çok katmanlı görüntü o kadar akışkan bir örgüyle dalgalanıyor ki roman boyunca, bazen Nikos ve Dido’yu gözden kaçırıp, ana karakterin İzmir şehri olduğu duygusuna bile kapılıyorsunuz. Yakın tarihin belki de en sancılı ve en can yakan kırılma noktalarından birine, öncesi ve sonrasıyla tanıklık eden iki insanın aşkı, bu sert ve acımasız dönemden kesitler sunan romanın en nahif motiflerinden biri durumunda. Çok katmanlılık dedim, biraz açayım: Moral’ın romanında, yirminci yüzyılın belirsizliklerle dolu atmosferi ve beklentilerle endişelerin sarmal biçimde kucaklaştığı “Zeitgeist”, en alt katmanı oluşturuyor; bir ressamın tuvalinin üzerine attığı zemin gibi. Hızlı, sancılı ve beraberinde kaçınılmaz bir biçimde gelecek kaygılarını da getiren, paylaşılmış bir ruh halinden söz ediyoruz. Eskiye ait birçok şeyin yerle bir olmak üzere izlenimini verdiği bir dönemin, evde ve sokakta tüm ağırlığıyla hissedildiği bir atmosfer bu. Bir şeyler çözülüp dağılıyor ve yerine neyin geleceğini öngörmek hiç de kolay değil. İkinci katman, Ege’nin ve Doğu Akdeniz’in çağlar içinde biçimlenip, zor sınavlar ve çoğunlukla da acılardan beslenen deneyimlerle yoğrulmuş kültürü ve hayat anlayışı. Yunan anakarasından İskenderiye’ye, Girit ve Rodos’tan Sakız’a, İzmir’e ve Ege köylerine dek uzanan bir coğrafyanın insani dokusu, Dido’nun her sayfasında kendini tüm görünümleriyle hissettiriyor. Limanlarda gezintiye çıkıyor, tavernalarda Uzo yudumluyor, deniz kokusu eşliğinde kulaklarınıza dolan o kimi zaman neşeli kimi zaman can acıtıcı şarkıların nağmelerinde gezintiye çıkıyorsunuz. Üçüncü katman, elbette Moral’ın Dido’ya alt başlık olarak seçtiği “Bir İzmir Romanı” ifadesinin hakkını verecek biçimde, İzmir’in bugün artık yalnızca sararıp solmuş eski fotoğraflarda izlerine rastlayabildiğimiz, çoktan yitip gitmiş benzersiz dokusunu içeriyor. O kadar ki, Ege’nin bu bir zamanlar düşleri süsleyen renkli kenti, Moral’ın romanında kişileşiyor, adeta kahramanlardan biri haline geliyor. Nikos’un gözünde, insanları kendine aşık edip bağlayan, karşı konulması çok güç bir kadın gibi resmediliyor İzmir, Dido’nun satırlarında. Bugün artık var olmayan kimi cadde ve sokaklarında dolaşıyor, çoktan yıkılıp gitmiş mahallelerinin kokularını soluyarak meyhanelerinde soluklanıyor, ışıltısını ve hüznünü iç içe yaşıyorsunuz.

 20. YÜZYIL ANLATISI

 İşte bu üç katmanın oluşturduğu derinlikli ve çok renkli yapının yüzeyinde, Dido ve Nikos’un yaşadığı, bugün artık benzerleriyle çok az karşılaşabileceğimiz tutkulu aşk hikayesine tanıklık ediyoruz. Zemin bu denli derinlikli olup, acılar ve kaygılar tarihin çok özel bir döneminde bir araya gelince, roman elbette bir aşk anlatısı olmanın fazlasıyla ötelerine uzanan bir kurguya dönüşüyor. “Aşk romanı değil,” dememin nedeni bu. Efe Moral, bu gerçekten sıradışı aşkın hikâyesini bir “20. yüzyıl anlatısı” haline getirirken, hem yakından tanıdığı insanların tanıklıklarını hem de tarihsel belge ve anlatılardaki ayrıntıları kullanarak, bir başka İzmir resmini de gözlerimizin önüne yerleştiriyor. Resmi tarihin görmezden geldiği ve üzerini sentetik örtülerle örterek perdelediği bir resim bu. On yıllar boyunca bu ülkede insanlara “tarih” adı altında dayatılmış klişelerin yarattığı ezberleri bozup, nicedir halının altına süpürülen pisliklere işaret ediyor Moral, bir anlamda. Eylül 1922’den itibaren telafisi olmayan biçimde yok edilip dönüştürülmüş bir şehrin tanık olduğu acıları, yaşanan o ürpertici günleri tüm ayrıntılarıyla gözlerimizin önüne seriyor. İzmir’i kimlerin nasıl yaktığını; sokakların nasıl yağma, tecavüz, linç dehşetiyle yankılandığını; insanların kuşaklar boyudur vatan bildikleri topraklardan nasıl koparıldıklarını; bir şehrin dokusunun birkaç hafta içinde nasıl tahrip edildiğini anlamak isteyenler için de güzel bir fırsat, Dido. İzmir’in dağlarında çiçekler mi açmış, yoksa semalarında kara dumanlar mı yükselmiş, görmek isteyenler için. Bu kadar değil elbette: Varlık vergisi yoluyla yaşam damarları kesilen insanların başlarına gelenleri, mübadele sürecinin “suyun her iki yakası”nda da yarattığı hüzün ve parçalanmışlığı, bu toprakların kültürel dokusu üzerinde açılan derin yaraları da bu romanda adım adım izleyebiliyorsunuz. Can acıtıcı ama mutlaka yüzleşilmesi gereken bir döneme ait, resmi tarihin belleklerden silmeye çalıştığı anılarla buluşuyorsunuz kitap boyunca. Bütün bunların dışında, akıcı, kolay okunur bir yapısı var Dido’nun. Yazar sizi derin karakter analizlerine maruz bırakarak hırpalamak yerine, gerekli ayrıntıları olabildiğince yalın biçimde önünüze sürmeyi yeğliyor. Uzun bir hikâyeyi sözcüklerle anlatmak yerine, o hikâyedeki insanların yaşamlarından seçilmiş fotoğrafları özenli bir seçimle masanın üzerine birer birer yerleştirerek, yorumu size bırakmayı seçen bir yöntem bu. Oldukça da etkili olduğunu söylemek gerek. Diğer yandan, kurgunun akışı içinde aralara serpiştirilmiş küçük “hikâyecikler” tüm anlatının arka planını zenginleştirirken, Hakan Keleş’in çizimleri de kusursuz bir “görsel tamamlayıcı” olarak katkıda bulunuyor kitaba. Sözün özü, hem gerçek anlamda bir İzmir romanının, hem de yakın tarihin puslu günlerinde yaşanmış sıradışı bir aşk öyküsünün iç içe geçtiği, bir solukta okunan bir roman Dido. Efe Moral, gerçekten önemli bir iş başarmış.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sadık Bey Semtinin İsmi Nereden Gelmektedir?

Konak'tan Güzelyalı'ya giderken Vali Konağı ile Köprü durakları arasında yer alan durağın adı Sadık Bey durağıdır. Susuzdede Tepesi'nin kuzey doğusunda Türk Koleji ve Hakimiyet-i Milliye İlkokulu'nun tam arasında kalan bölgededir.  Civarda Sadık Bey'e ait bir heykel bir meydan veya bir sembol yoktur.  Peki kimdir Sadık Bey ve neden bir muhite adını vermiştir? Buyrun beraber okuyalım...

Bir Zamanlar İzmir | Palet Restaurant

Palet Restaurant, 2000'li yıllara girmeden mecburen hayatına son vermiş İzmir'e renk katan bir işletmeydi. Kordon'da Alsancak İskelesi'ni geçtikten sonra limana yakın bir yerlerde denizin üzerine kurulmuş enterasan mimarisi ile sembolleşmiş bir eğlence merkeziydi...

İzmir’in Tarihine Bir Adım Daha Yakın

Fisun Yalçınkaya, İzmir Agorasını Kazı Başkanı ile birlikte gezip Milliyet Gazetesi'nde yayınladı. Bugünkü gazetelerde yer alan haberi sizlerle paylaşıyoruz. Belki bu vesile ile her gün önünden geçtiğiniz antik kenti bir kez gezmek istersiniz. Buyrun haberi olduğu gibi alıntılıyoruz... Gladyatörlerden, gemilere Roma günlük hayatına ışık tutan graffitileri, hamamı, kent alanıyla geniş ve zengin bir antik kent olan ve Total Oil Türkiye’nin desteklediği Smyrna’yı Kazı Başkanı DEÜ arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Akın Ersoy’la birlikte gezdik ve çalışmalardaki yenilikleri dinledik...